CANDAN ÖTE 2.BÖLÜM

572 74 19
                                    

CANDAN ÖTE 2.BÖLÜM

Günler günleri kovaladı, hazırlıklar, biletler derken nihayet o gün gelip çattı. Melek'in ağabeyi Barış gitmek istemediğini, işlerinin çok yoğun olduğunu söyledi. Zaten Melek kadarda hevesli değildi gitmek için.
Annesi Hasret, babası Veysel ve Melek hava alanına doğru yola çıktılar. Onları hava alanına ağabeyi Barış bırakacaktı. Hava alanına geldiklerinde içini inanılmaz bir heyecan kapladı. Melek'in kalbi kuş gibi çırpınıyor, mutluluktan uçacakmış gibi hissediyordu. Uçağa binip
"Lütfen kemerlerinizi bağlayınız!" anansonu duyana kadarda inanamadı gidiyor oluşuna.

Melek'e göre saatler süren ve geçmek bilmeyen yolculuk sonunda son bulmuştu.

İstanbul Sabiha Gökçen hava limanına indiklerinde derince bir nefes çekti içine, iliklerine kadar hissetmek istiyordu memleket kokusunu. Hiç gelmemiş olmasına rağmen, öylesine hasret duymuştu ki; bu havaya bu topraklara içi içine sığmıyordu.

Babası Veysel çok güzel bir gezi planı organize etmişti. İki gün otelde kalacak, İstanbul'u doyasıya gezecek, sonra kendi memleketine gideceklerdi.

Veysel, askerlik yaptığı ve cennetten bir köşe olduğuna inandığı, tarih kokan bu şehri kızıda görsün istiyordu. O gün hemen otele yerleşip, iyice dinlendiler.

Ertesi gün sabah erkenden kalktılar, önce Pierre Loti tepesinde güzel bir kahvaltı ettiler. Sonra bu büyülü şehri gezmeye koyuldular. Melek hem geziyor, hemde ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Masmavi denizin boğaz manzarasında kayboluyor. Martıların uçuşunda oda kuş kadar özgür olduğunu hissediyordu. Özellikle Top kapı sarayından öylesine etkilenmişti ki, senede bir kere gelip sadece burayı gezip dönebilirdi.

Akşam Kız Kulesinde güzel bir akşam yemeği yediler, Kıyıya çıkıp boğaz manzarası eşliğinde kahvelerini içtiler ve çok yoruldukları için, doğruca otelle döndüler. Melek o kadar yorulmuştu ve ruhunun derinliklerinde o kadar büyük bir huzur duyuyordu ki, gözlerini kapatır kapatmaz uyudu.

Gün ağardığında Melek çoktan kalkmıştı bile, bugün biraz daha İstanbul'u gezecekler, sonrada ertesi gün erkenden memlekete doğru yola koyulacaklardı.

Annesi ve babası ile otelde güzel bir kahvaltı yaptılar. Hazırlanıp kaldıkları yerden gezmeye devam ettiler. Mısır çarşısıda gezerken etrafa yayılmış baharat kokuları, dükkanların dışına asılmış kumaşlar, çeşit çeşit dükkanlar, Melek'e kendini harikalar diyarında gibi hissettiyordu.

"Ne çok şey kaybetmişim!" diyordu kendi kendine.

"Neden daha önce getirmedi ki babam biz!i" diye söyleniyordu her attığı adımda, her gördüğü yeni yerde.

Uçak ertesi sabah olduğu için, bugünde bütün gün İstanbul'u gezmişlerdi. Günü Nişantaşın'da biraz hediyelik alışverişler yaparak tamamlamışlardı.
Otele döndüklerinde hepsi çok yorgundu. Yatar yatmaz uykuya yenik düşmüşlerdi.

Ertesi sabah erkenden kalkıp çantalarını topladılar, kahvaltılarını ettikten sonra, tekrar hava alanına doğru yola koyuldular.

Melek hayatı boyunca hiç bu kadar heyecan duymamıştı yada hatırlamıyordu.

Beklenen saat gelmişti anons edilen uçak onların uçağıydı. Heyecanla yürüdü, sevinçle bindi uçağa Melek, memleketi olan Gaziantep'e doğru uçmaya başlamıştı.

Gaziantep'e geldiklerinde onları babasının amcasının oğlu olan Tahsin karşılaşamıştı. O gece Tahsin'in evinde misafir olacaklardı, Tahsin onları görür görmez hemen koşup yanlarına geldi sıkı sıkı kucaklaştılar Veysel ile.

"Buyurun buyurun hoşgeldiniz araba hemen şurada Derya'da pek bi heyecanlı sizi bekliyor

"Buyurun buyurun hoşgeldiniz araba hemen şurada Derya'da pek bi heyecanlı sizi bekliyor!" dedi.

"Büyümüştür oda!" dedi Veysel bir taraftan Tahsin'nin elini sıkarken.

Sohbet ede ede onun evine kadar gittiler. Büyükçe bir avlusu olan taş yapı bir evdi burası. Çok otantik gelmişti Melek'e. Kapıda onları Tahsin'in eşi Helen karşılamıştı. Gözlerine çok koyu bir göz kalemi çekmişti, çok derin manalı bakıyordu, burnunda hızması vardı. Melek çok dikkatli baktığını fark etmemişti.
"İçinden çok güzel bir kadın" diye geçirmişti.

Tahsin, avluda bulanan kamelyanın altında ki, tahtatan yaptığı sedirlerde oturmaları için yer gösterdi. Hepsi geçip sedirlere yerleşti.

Biraz sonra içerden ufak tefek bir kız elinde bir tepsi ile geldi. Buz gibi bol köpüklü ayran ikram etti.

Tahsin;
"Bak Melek buda benim kızım Derya!" dedi.

Melek Türkçeyi çok iyi biliyordu fakat konuşurken aksanı biraz kayıyordu. Değişik aksanla "Merhaba Derya!" dedi.

Onun konuşma şekli Derya'ya komik gelmişti. Gülmemek için kendini tutarak oda "Merhaba!" dedi.

Tahsin;
"Biraz dinlendiysen buralar çok güzeldir Derya seni gezdirsin ister misin?" diye sordu.

Melek sanki bu teklifi bekliyormuşcasına fırladı ayağa kalktı ve "haydi öyleyse gezelim!" dedi.

Derya'nın koluna girdi ayağına giydiği ince şerit ipli ayakkabılarını düzeltti hasır şapkasını başına geçirip, saçların şöyle bir düzeltti ve Derya ile  dolaşmaya çıktılar.

Sanki bir film karesinin içinde gibi hissediyordu kendini, meydana doğru yürüdüklerinde oluklarından şırıl şırıl sular akan bir çeşme gördü.

Heyecanla bağırdı
"Yürü Derya koş koş oraya gidelim!"

Derya yaşından çok olgun bir kızdı, belki de yaşadığı coğrafya ona bu olgunluğu kazandırmıştı.
Melek Derya'yı arkada bırakarak koşup çeşmenin başına vardı. Avuçlarını doldurup doldurup kana kana su içti.
Çeşmenin yanında birde sedir ağacı vardı. Dallarını çeşmenin üstüne sarkıtmış gölgesi oldukça koyu ve davetkar görünüyordu.

Melek biraz dibine oturup dinlenmek istedi. Hem Derya ile de sohbet etmek için fırsat bulmuş olacaktı. Tam oturacakken ilerden bağıran birinin sesiyle irkildi

"Dur dur sakın oraya oturma!" diyordu.

Biraz daha yaklaşınca bunun kendi yaşlarında birisi olduğunu gördü.

"Arılar yuva yapmış ağacın oyuğuna sakın oturma sararlar seni!" dedi.

Melek büyük bir minnetle bu yardımsever gence

"Çok teşekkür ederim!" dedi ve gülümsedi,

"Birşey değil ne olacak! Yine sen oturmadan yetiştim yoksa arılara yem olacaktın!" dedi ikiside gülmeye başladılar.

Derya ilerden olanları izliyor kendi kendine oda gülüyordu. Yanlarına geldi "Kenan abi bu benim amcamın kızı, yabancıdır dış ülkeden geldi!" dedi.

Melek elini uzattı; "Merhaba ben Melek!" dedi. Kenan'ın yetiştiriliş tarzına ve aile yapısına göre kadınlarla tokalaşmak uygun görülmediği için, Kenan önce tereddüt etti. Fakat sonra onun başka ülkeden gelen biri olduğunu düşünüp, "Merhaba bende Kenan!" dedi ve elini sıktı.

Kenan, bakışlarını hiç kesmeden Melek'i inceliyordu. Yemyeşil gözleri, ince uzun bembeyaz bir yüzü ve konuşurken belli belirsiz bir gamzesi vardı.
"Ne kadar güzel!" diye mırıldandıyordu içinden. Farkında olmadan aslında dışından söylemişti bunu.

Melek gülümsedi "Ne dedin?" diye sordu.

Kenan sesli söylediğini anlayınca biraz utandı

"Hiç! havası diyorum ne kadar güzel bugün!"
Melek;
"Evet çok güzel ve fazlası ile sıcak!" dedi.

CANDAN ÖTE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin