Hera'nın uyanmasının üzerinden iki gün geçmişti. Uyanır uyanmaz yaşadığı talihsizlikle beraber karnındaki dikişlerin yenilenmesi gerekmişti. Hala sıcaklığı ayarlanabilen bir yoğun bakım ünitesinde kalıyordu. Şu an ise durumu biraz iyiye gidiyordu, daha iyi olduğunda psikiyatriyle de görüşmeye başlayacaktı.
Yoongi ise yaptığı kaçamaktan sonra kimseye yakalanmadan, Namjoon'un ısrarıyla hastaneye geri dönmeyi kabul etmişti. İstemeyerek de olsa burada kalacaktı. Mecburdu. Bakalım Namjoon söylediklerini ona kanıtlayabilecek miydi?
Yoongi'nin tedavisi iyi gidiyordu. Detoks yapmaya devam ediyordu. Tabii, sadece alkol detoksu yapıyordu orası ayrı. Vücudundaki nikotin seviyesi sigara içtiği için hala aynı miktarda kendini korumaya devam ediyordu. Derin düşüncelerini bir kenara bıraktı ve çekmeceden sigara paketini alıp cebine koydu.
Terliklerini giydi, odadan çıktı. Hastanenin terasına gitti. Bu ufak Daegu manzarasının karşısında kendine bir yer buldu ve oturdu. Cebinden sigara paketini çıkardı. Titrek elleriyle kavradığı sigarasını dudaklarına koydu. Sigarasını yaktı ve özlediği dumanı içine çekti. Ardından yavaşça dumanı üflerken şehrin ışıklarında göz gezdirdi.
"Tanrım, yarattığın tüm bu insanlar şeytan gibiler. Bu koca dünyada hiç mi meleğin yok?" dedi sessizce.
Usulca sigarasını içmeye devam etti. Bir yandan da düşünüyordu. Bu hayatın derdinin ne olduğunu düşünüyor, çözümünü arıyordu. Bugüne kadar her yolu denemişti. Her şeye başvurmuştu. Ama ne yaparsa yapsın, boktan hayatını asla yoluna sokamamıştı. Bazı şeylerin izlerini asla silememişti. Bazı duyguları asla unutamamıştı. Aşamıyordu sorunlarını...
"Kendini düzeltemiyorsan, öldür." diyerek defalarca intihara kalkışmış ama bir türlü başaramamıştı. Ölemiyordu bile, şaka gibiydi. Dudağının kenarı kıvrılıverdi birden. Sigarasından son bir duman çekti ve terastan aşağı fırlattı.
"Madem ölmeme izin vermiyorsun, o halde beni öldürmeni sağlarım." dedi.
***
Bayan Lee, karşısında ağlamaklı duran Hera'ya bakıyordu. Durumu izah etmek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. "Hera Hanım, bulunduğunuz girişimden dolayı vücudunuz fazla hasar görmüş durumda. Maalesef dikişleriniz alınana kadar hastanede kalmaya devam etmeniz gerekiyor. Gidemezsiniz."
"Size ne benim nasıl olmak istediğimden!? Ben ölmek istiyorum, sen bana tedavi ol diyorsun!" Hera'nın bağırmasıyla beraber Bayan Lee onu fazla kışkırtmamak için ses tonunu yumuşattı. "Hera Hanım, lütfen böyle yapmayın. Kötülüğünüzü istemiyoruz." dedi.
Hera -becerebildiği kadar- ayağa kalkmaya çalıştı. "Karışamazsınız bana!" Telefonunu aldı ve Bayan Lee'ye döndü. "Ben gidiyorum, tedavi falan olmayacağım. Hem zaten param da yok benim." dedi. Bayan Lee, Hera'nın önüne geçmek zorunda kaldı. "Efendim, tüm tedavileriniz için hastane masraflarınız karşılandı bile."
Yavaşça biraz daha yaklaştı Hera'ya. "O yüzden lütfen yatağınıza geri dönün. Çok fazla hareket etmemelisiniz. Dikişleriniz patlayabilir." diyerek Hera'yı yatağa yönlendirmeye çalıştı. Hera hemşireyi itti ve bağırmaya başladı. Ağzına ne geldiyse söyledi ve odadan çıkmak için yoğun bakımın kapısına ilerledi. Bayan Lee, kollarından tuttu, izin vermemek için elinden geleni yapıyordu.
Fakat Hera'nın vücudu avuçlarına kadar yaralı olduğu için, onu tutmanın pekte kolay olduğu söylenemezdi. Canını acıtacağından korkuyordu. Hera bi' yandan bağırmaya devam ederken, aniden hemşirenin boşluğundan yararlanıp kollarını sertçe çekti. Bu hareketiyle beraber Hera'nın kollarında oluşan yoğun baskıdan dolayı bazı bandajlarının rengi kırmızıya dönmeye başlamıştı bile.
Bayan Lee, ellerini yakaladı. "Efendim! Lütfen, yapmayın! Kendinize zarar veriyorsunuz!" diyerek onu yerinde sabit tutmaya çalıştı ama nafile, ne yaptıysa Hera'yı zarar almaktan kurtaramamıştı.
Hera yoğun bakımın kapısından çıktığı gibi koşmaya başladı. Bayan Lee de vakit kaybetmeden onun peşinden koştu. Hera arkasına ufaktan baktığında hemşireyle arasındaki mesafenin çok olmadığını gördü. Telaşlandı ve gidecek bi' yer düşündü. Aşağı mı inmeliydi? Yukarı mı çıkmalıydı? Birkaç saniye içinde aldığı kararla merdivenlerden çıkmaya başladı.
Çıplak ayakları hastanenin soğuk mermerleriyle buluştukça, üşüyordu. Vücudundaki inanılmaz sızılarla beraber yukarıya ulaşmak için elinden geleni yaptı. Bayan Lee, Hera'nın arkasından nefes nefese kalmış ve biraz yavaşlamıştı. Hera, hemşire gözden kaybolunca, başkalarına haber verilmeden önce çıkmak için daha da hızlandı. Ancak hızlanmasıyla tökezledi ve düştü.
Yüz üstü kucakladığı mermerin acısıyla gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ellerinden destek alarak doğrulmaya çalıştı. Tam beceremese de emekleyerek çıkmaya başladı. Bayan Lee'nin bağırışı tüm hastaneyi ayağı kaldırmıştı zaten. Başına üşüşecek insanları düşünemiyordu.
Sonunda terasın kapısına kadar emekleye emekleye gelmeyi başarmıştı. Yavaşça duvardan destek alarak doğruldu. Kanlı elleriyle terasın kapısını açtı ve hemen dönüp kapıyı kapattı. Ardından delikteki anahtarı gördü ve kapıyı kilitledi. Madem böyle olması gerekiyordu. O zaman öyle olacaktı.
Derin bir nefes vererek kafasını aşağı eğdi. Vücudundan damlayan kanları gördü. Sırtını kapıya yasladı ve kendini yere bıraktı. Cebinden telefonunu çıkardı. Titreyen elleriyle bir numara tuşladı. İki çalışta telefon açıldı.
Yoongi, sigarasını fırlatıp dönmesiyle beraber kanlar içindeki Hera'yı görmüştü. Öylece onu izliyordu. Hera'nın etrafında minik kan birikintileri oluşmuştu. Kollarından, karnından ve ellerinden kanlar akıyordu. Karşısındaki kız birini aramış ve ağlayarak "Seni asla affetmeyeceğim." diyip telefonu kapatmıştı. Yoongi neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, Hera'ya doğru birkaç adım attı.
Birinin yürüdüğünü duyan Hera, kafasını kaldırmasıyla Yoongi'yle göz göze gelmesi bir oldu. "Ah, Tanrım.." diye iç geçirdi. Anlaşılan bela yine peşimi bırakmıyor diye düşündü. Yoongi, Hera'nın yanına vardığında "Ne yapıyorsun? Manyak mısın kızım sen?" dedi. Hera nefes nefese kalmıştı. "Sana ne, sen işine baksana." diye onu tersledi.
Yoongi tam bir şey diyecekken kapı yumruklanmaya başladı. "Efendim! Kapıyı açın lütfen!" Yumruklar ve zorlamalar devam ederken Hera kapıya yaslandığından dolayı sarsılıyordu. Ancak çekilecek gücü yoktu. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapadı. Bir şekilde, yavaşça kenara doğru kaydırdı kendini. Duvara iyice yaslandı. "Gidin buradan!"
"Efendim, açmazsanız kıracağız!" Hera sessizce elini karnına bastırdı. Gözlerindeki yaşları elinin tersiyle silerek elindeki kanları yüzüne de bulaştırmıştı. Hera güç de olsa ayağı kalktı. Yoongi ise tüm bu olanları ağzı aralanmış bir şekilde izliyordu. Hera küçük ve kanlı adımlarıyla önünden geçti; terasın ucuna ilerledi. O arada kapıdaki bağırışmalar devam ediyordu.
Hera ayaklarının altındaki şehre baktı. Burukça gülümsedi, gözlerini kapattı ve yaşların akmasına izin verdi. "Tanrım.." dedi sessizce. "Bu sefer, bu şeytanların arasından al beni." Ayaklarının ucunu boşluğa çıkardı ve derin bir nefes aldı. "Hadi.." dedi kendi kendine. "Artık gerçekten bitmeli." Son sözlerinin ardından, kanlar içindeki bedenini aşağı doğru bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALGOPHOBIA
Fanfiction[ANGST!] "Ben bir kabus gibiydim ve sen de bundan farksız sayılmazdın." Not: Bu kitapta yaşanan şeyler tamamen kurgudur. Psikolojik problemler ciddiye alınmalıdır ve mutlaka bir uzmandan yardım istenmelidir. Sorunlu bir kişiliğe/hayata sahip olmak ö...