"Hoş geldin Minho oğlum," Yeni fark ederek duraksadı. "Elindeki ne öyle?"
Nasıl açıklayabilirdim, sanırım kaykaylı sandalye olarak. Hafifçe gülümseyerek tekerleklerini yere indirdim. Ceketimi de askıya asmıştım hızlıca. "Kaykaylı sandalye. Yani idare etsin diye."
Namju teyze ne düşüneceğini bilemeyerek istemsizce kaşlarını çatarken gülümsemem de silinmişti. Yanlış bir şey mi yapmıştım?
"Sokak sandalyesi iki güne tamirden gelecek. Ev sandalyesi de elbet gelir. Buna gerek yoktu."
Başımı yaşlı kadına doğru eğerek usulca söz aldım. "Jisung etrafta gezinirken acı çekiyor gibi. Şimdilik bunun faydası dokunabilir diye düşündüm, yanlış anlamayın efendim."
Buruşuk titreyen elleri bir sürelik sessizliğin sonunda omzumu bulup sıvazladığında doğruldum. O da elini eski yerine, belinin arkasına yerleştirmişti. "Sofra hazır oğlum. Çıkayım ben."
Tamam Minho, her şeye gerilme lütfen.
Namju teyze kamburunu düzelterek sokağa inmiş, ben de arkasından kapıyı kapamıştım. Kaykaya dair Jisung'tan böylesi soğuk bir tepki beklemediğim için hızla salona yürüdüm.
Renkli perdeleri kaldırıp dışarı çıkarken odasında yanan parlak bir şeyler seçmiş, kumaşlar yeniden düzeldiğinde ise görüntü kaybolmuştu.
"Günaydın Jisung."
Kafasını salladı. Neyse en azından terslemedi.
"O ne?"
"Salon ve odan arasında sıkışıp kalmaktan sıkılmıştın," dedim tekerlekleri yere gelecek şekilde zemine bıraktığımda. "Bulduğum çözüm bu."
Gözlerini kırpıştırıp bakmaya başladı. Yavaşça kendini çekip kaykaya ve tahtadan yaptığım oturak kısmına dokundu.
"Binmeyecek misin?"
"Gerek yok," dedi ve bakışlarını kaçırdı. Sky'ı bulduğunda durdu, uyuyordu. "Tembel kedi ne olacak!"
Ben de aynısını demiştim.
"Denemelisin bence. Bir şey kaybetmeyeceksin."
Sözüme güvenir gibi kırmızı kaykayı ucundan tutarak itmeye başladı. Tekerlekleri hareket etti ve nihayet benim dizlerimde durdu. Daha sonra ne yaptığımdan pek emin olamasam da doğruldum ve Jisung'a yaklaştım. Gözlerini bana kaldırdı.
Tereddüt etmesini anlayamıyordum, binmek istediğini her zerresiyle haykırıyorken hem de.
"Sen binmezsen ben bindiririm."
"Ne gıcık birisin sen ya. Binmeyeceğim diyorum, duymuyor mu-"
Evet. Onu kollarının hemen altından tutup kaldırdım.
Ne yapıyorum ben?
Gerçekten yapmamı beklemediğini donakalan bedeninden anlayıp onu çabucak kaykayın üzerine getirmiştim. Kendine geldiğinde bırakmamı ister gibi çırpınmış, bacaklarının oturacağa çoktan değdiğini fark edip ellerimi sardığım ince bedeninden ayırmıştım.
İkimiz de öylece duraksadığımızda oturduğu kısma hafif bir bakış atmıştım. O ölçülerin işe yarayacağını biliyordum, kırk yılın başı bir işe yaradın Hyunjin!
"Sırtına bir minder koysak daha iyi olur sanki," diye konuştum etrafıma bakınırken. "Sence?"
"Sky'ın yattıkları."
Dediği yöne baktığımda koca kedinin uyumakta olduğu yastık ve minder yığınını seçmişti gözlerim. Jisung'un bu isteğini düşünürken Sky'ın beni tırmalama, ısırma ya da üzerime sıçrama ihtimallerini de kafamda sıralamaya çalışıyordum. Sonra Jisung, düşüncelerimi okur gibi sabırsızca söz aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
slave of the ocean - minsung ✓
Fanfiction"madem öyle, bundan sonra benim kölemsin." deniz biyologu Minho ve en az onun kadar okyanus aşığı olan yürüme engelli Jisung'un ikilemlerle dolu hikayesi. [josee, the tiger and the fish] [yan ship: hyunin] [14.01.23 - 14.02.24]