"Ne oldu orada?!"
Maskemi kafamdan sertçe çekip aç gözlülükle derin nefesler aldım. Neden sonra yüzüm ortaya çıktığında gemideki üç oğlanın da hayret dolu sesiyle karşılaşmıştım.
"Burnun," diyerek çenemden tuttu, kendisine bakmam için kaldırdı. "Lanet olsun Minho, kaç metreye indin?!"
Chan'ın elinden kurtulup iki parmağımı sus çizgime dokundurdum. Baş parmağım neredeyse kurumuş kırmızı sıvıyı hissettiğinde yüzümü buruşturmadan edemedim.
"Ne, sen vurgun mu yedin," diyerek yerinden kalktı Hyunjin. Üzerini tam olarak saran dalış kıyafetini çıkarmayı yarıda bırakmıştı, zorla adım atabilmişti bu yüzden. "Ben de nerede olduğunu göremeyince yukarı çıktın sanmıştım!"
Gemiye bindiğimden beri ilk defa konuşmak için söz aldım. "İyiyim." dedim yalnızca. Sonra dikkatle yürüyerek onlardan uzaklaştım. Bu arada elimin tersiyle burnumdan akmış kanı silmiştim. Arkamdan Chan'ın -bana veya Hyunjin'e- sinirle söylendiğini işitmeyi ancak kesmiştim.
Normal kıyafetlerimin önüne geldiğimde acıyla yüzümü büzmeden edemedim. Çenemin altında biten fermuarı bulan parmaklarımı aşağı çektim, göğsüm açıkta kaldığında kafamı eğip sızlayan kemiklerime baktım. Her biri olduğu yeri imzalamış gibi kıpkırmızılardı.
Kendime kızdım. Jisung'u yalnız bıraktığım için, ona sarılıp yanında olacağıma dair o sözü tutmadığım için ve son olarak da Pachito'yu korkutup kaçırdığım için.
Deriyle kauçuk karışımı giysimi üzerimden attığımda tişört ve pantolonumu çabucak giymiştim ki arkamdan adım sesleri duydum.
"Minho, konuşabilir miyiz?"
Ona bakmadan, "Geri dönelim." dedim ve kemerimi düzelttim.
Birkaç adım daha atıp tam arkamda durdu.
"Senin için zor olduğunu biliyorum," dedi aniden yumuşayan bir sesle. "Ama kendini öldürmeye çalışma, değer ver kendine."
"Chan," diyerek ona baktım. Yüzümdeki yorgunluk aniden ona da yansımış gibiydi, suratı asıldı. "Biliyor musun, ölseydim daha iyiydi belki de."
Kaşları çatıldı, ne söylemesi gerektiğini bilemeyen bir tavırla dikildi karşımda. Bir şey söylemesini istemedim ve beklemedim zaten ondan. Sadece; madem benim için endişeleniyordu, endişelenmemesini çünkü kendini önemsemeyen birini başkasının düşünmesi hiçbir anlam ifade etmezdi. Bunu onun da bildiğini biliyordum çünkü.
Belki beni artık kendi halime bırakırdı artık.
Yine de ağzını araladı. Ondan duymayı beklemediğim sözleri sarf etme kabiliyetinde bulundu.
"Ölseydin Jisung'a kim yardımcı olacaktı?" dedi sadece.
"Görebiliyorum," diye açıkladı kendini. İfademden şaşırdığımı elbette ki anlayabiliyordu zira. "Birbirinize değer verdiğinizi görmek zor değil Minho."
Bir şey söylemedim. Chan da gözlerini benden çektikten sonra ekledi. "Baş dönmen yoksa çantadaki merhemi kullan," dedi arkayı işaret ederek ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Ön taraftaki Hyunjin ve Jeongin'in de duymasını sağlamak isteyerek konuştu.
"Dönme vakti!"
~~~
Arabadayken eski neşemiz yoktu. Daha doğrusu arka ikili asıl heyecanını kaybetmişti. Jeongin gerilmiş, Hyunjin de üzgün görünüyordu. Ve sonra tahmin ettiğim gibi, Jeongin'i bıraktıktan sonra eve benimle yürümeyi teklif edip bir anda özür diledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
slave of the ocean - minsung ✓
Fanfiction"madem öyle, bundan sonra benim kölemsin." deniz biyologu Minho ve en az onun kadar okyanus aşığı olan yürüme engelli Jisung'un ikilemlerle dolu hikayesi. [josee, the tiger and the fish] [yan ship: hyunin] [14.01.23 - 14.02.24]