30-so cover me now

874 124 86
                                    

Bazı durumları yalnızca siyah ya da beyaz olarak görmeyi hiçbir zaman doğru bulmazdım ben bu hayatta. Yok yok, çok edebiyata girmeyeceğim, direkt anlatayım:

Bu kaza olayını, kazayla beraber gelmiş sakat kalma ihtimalimi dahi her şeyiyle beyaz olarak görmeyi uygun buluyordum ben. Evet, Hyunjin, Jeongin hatta Jisung'a sorsanız; onlar buna kesinlikle en koyu siyahlardan birini atamayı seçerdi. Ben seçmezdim ama.

Neden mi?

Basitti aslında.

Chan'la yaptığımız o son konuşma: Beyazdı. Çünkü rahatlamış, önemli kısımları açıklığa kavuşturmuş ve onu hayatımdan çıkarmıştım. Chan kötü biri miydi, bilemem; kendince sebepleri vardı diyelim. Ancak bana ve benim ilişkilerime zarar veriyordu, bu yüzden son konuşmamız benim için tamamıyla beyazdı.

Geçirdiğim kaza: Beyazdı. Çünkü kafama yerleşmeye başlayan o düşünceler artık sarsılmaz birer koltuk bulup oturmuş, kimi veya neyi kaybetmek istemediğimi bana açıkça anlatmış, sonuç olarak Jisung'u seçmiştim.
Yani, benim dönüm noktam buydu. Jisung'la fiziksel anlamda da empati kurabilmiştim zira. Ancak en önemlisi, dediğim gibi, artık onunla olmayı istediğimi biliyordum. O nedenle bu kaza da benim için kesinlikle bembeyazdı.

Son olarak beni hastaneye götürmek yerine suçlunun peşinden gitmeyi seçen sürücü: Beyazdı. Çünkü bazı hedeflerimden çoktan vazgeçmişken onları olabilir kılmamı sağlamıştı bir anda. Ve bu fırsatı değerlendirmemek için tek bir nedenim bile yoktu. Bu sebeple Dedektif Seo Changbin, beyazdı.

Hatta ayağımdaki alçı ve üzerimdeki hastane önlüğü bile: Beyazdı.

~~~

"Güzel haberlerle geldim Jisung."

Bana dönmedi, pencerenin önünde durmayı sürdürerek yalnızca ensesine dökülen saçlarını izlememe izin verdi.

Değneklerime yaptığım baskıyı azaltmasını umarak elimdeki ağır olmayan siyah çanta ve çiçek buketini dolabın alt raflarından birine bıraktım, onun arkasına kadar yavaşça adımladım.

"Biliyor musun, bugün-" diyerek başlamak, sevincimi en çok onunla paylaşmak istedim.

"Biliyorum." dedi.

Duraksadım, devam etmesini ister gibi susmuş olsam da o da sustu.

"Taburcu olacağım," diye ekledim yine de. "Akşam muhtemelen. Bir de-"

Aniden araya girdi. "Resim çiziyordum ben," dedi sözümü aceleyle keserek. Kanıtlamak istercesine defterini kucağından kaldırdı, yüzümün hizasında birkaç saniye kaba biçimde tuttu. "Bunları satacağım, Jeongin çocuk kitabı yazabileceğimi söyledi. Artık para kazanacağım."

Tebessümle, "Çok yeteneklisin, bunu kullanabileceğin bir yer bulduğuna sevindim," dedim ve artık ona diğer haberi vermek için tekrar söz aldım. "Ama az önce bi-"

Yemin etmiş gibiydi. Sözlerimi dinlememeye yemin etmiş gibiydi. Sandalyesini döndürüp bana baktı, yüzünden hiçbir duyguyu seçemediğim için istemsizce gerildim, korktum.

"Eğer bunları satarsam eve bakarım," dedi hızlı hızlı. "Faturaları da hallederim. Sonuçta artık işim var, resimli hikayeler yazacağım, denizin altında geçecek hepsi..."

Susup baktım. Gözlerim dolu doluydu fakat onun bunları bana neden anlattığını bilmiyordum. Beynim çalışmayı reddediyordu sanki ve ben Jisung'a bu acayip tavrı nedeniyle sarılmak istiyordum. Öyle çok konuştu, öyle çok anlattı ki, sanki dünden beri konuşamayışımızın acısını çıkartmak için sadece birkaç dakikası varmış gibiydi.

slave of the ocean - minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin