İstemedi.
Yanında durmak ya da omzuma yaslanmasa bile varlığımı unutmaması için onu yalnız bırakmamak istedim.
Ama o istemedi.
Han Namju'nun küllerinin olduğu porselen kaseyi sıkıca tutarken, bana git artık demişti. Hayır diyemedim, neden de diyemedim, sadece ona baktım; ciddi olmamasını umdum. O gün sahilde, ona sıkıca sarıldığımda verdiğim sözü, ardından şimdi ellerimin arasında olan yaşlı kadının son isteğini çiğnememi istememesini umdum. Değil çekip gitmemi, onu yalnız bırakmamı...
Bunu tuttuğu yasın getirdiği acıyla veya ölümü kabullenemeyişiyle söylediğini varsayıp kalktım ve görevlilerin salonun bir köşesine hazırlamış olduğu minik sunağa yöneldim.
Halen ağlayamamış olduğu gerçeğiyle yüzleştim o sırada. Dün ona haberi verdiğim andan beri akıl almaz bir soğukkanlılık ve suskunluk içerisindeydi. Bir süre büyükannesini izlemiş ardından derhal telefona yönelmişti ve cenaze için aranması gereken yerleri sakince aramıştı.
Namju teyzenin nokta desenli açık renk kasesini yavaşça çerçeveli fotoğrafının hemen altına yerleştirdim. Sky öylece sunağın yanında oturuyor, ses etmiyordu. Eğildim, oturdum, avuçlarımı yavaşça birleştirip dua etmeye başladım.
Birkaç dakika geçti, salonun sürgülü kapısı gürültüyle açıldı. Şimdi, salonda Sky ile beraber kaldığımızda ağlamak istedim. Kendim, Namju veya onun ölümü için değil; Jisung, içinde çağlayan o rahatsız edici duygulardan kaçtığı için.
"Acıktın mı?" diye sordum usulca. Mutfak tezgahının dibinde boş bir bardakla duruyor, ben de hemen arkasında dikiliyordum.
Ses vermedi. Kolunu uzatıp bardağını doldurdu.
"Benimle konuşsan olmaz mı? En azından bir-"
"Gitmeni istedim," dedi sözümu tamamlamama müsaade göstermeden. Yüzünü hafifçe bana döndürdü. "Neden gitmiyorsun?"
"Gidemem."
"Neden?" dedi neredeyse duyulmayan bir ses düzeyinde.
Çünkü seni yalnız bırakmak istemiyorum Jisung.
Bunu söylemek yerine "Bu benim görevim." diyebildim en az onun kadar sessizce.
Beklemedi. Sertçe, "İzinlisin... Git şimdi." dedi. Sadece bir yudum su aldığı bardağını mermerin üzerine bırakıp tekerleklerini ilerletti. Ben de geçmesi için bir adım kenara çekilmek zorunda kaldım.
Ben hiçbir şey yapamadan orada kalakaldığımda Jisung arkasına dahi bakmadı, salona geçip kapıyı sıkıca kapadı. O anda ne kadar aciz olabileceğimi düşünmeden edemedim. Yine, kendime kızdım.
Korkaktım. Onun bu gibi bir zamanda yanında olamayacak kadar korkak.
~~~
"Ne oldu, Minho? Bak beni korkutuyorsun."
"Hyunjin. Sakin ol bi'."
"Tamam tamam, sakin olmamı söylemesen olacağım zaten!"
Ellerimi başımda ilerletip saçlarımın arasından geçirdim ve bakışlarımı onlara kaldırdım. Hyunjin'e nerede olduğunu soran bir mesaj atmıştım zira beni dün gece üç defa aramıştı.
"Ya oğlum alo?! Hasta falan mısın?"
Hyunjin ellerini yüzümün önünde sallamaya başladığında yanında oturan Chan aceleyle ona engel oldu. Ben de derin bir nefes aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
slave of the ocean - minsung ✓
Fanfiction"madem öyle, bundan sonra benim kölemsin." deniz biyologu Minho ve en az onun kadar okyanus aşığı olan yürüme engelli Jisung'un ikilemlerle dolu hikayesi. [josee, the tiger and the fish] [yan ship: hyunin] [14.01.23 - 14.02.24]