"Sky, bak yapma. Onları asmak için çok uğraşt-"
Pıt. Pıt. Pıt.
Ne dersem diyeyim akıllanmayacaktı zaten. Ancak neden bilmiyorum, gri kedi patilerinden akan çamuru çıktığı duvarın üstünden umarsızca kıyafetlere damlatırken bir çığlık kaçmıştı ağzımdan. "Ne yaptın?!"
Şu vakit hatasını anlamış gibi, derhal kesik bir miyavlama bırakıp bahçe duvarından öteki tarafa atladı. Yani benim kediyi kovalamam tamamen boşa çıkmıştı.
"Ne oluyor- Koşma Minho!"
Sesiyle olduğum yerde kaldım. "Sky- O küçük-"
Kaykaylı sandalyesini -diğer sandalyelerine nazaran arada bir bunu kullanmaya bayılıyor olmalıydı- çekerek bahçeye indi hızla. Yanıma gelip beni sakinleştirmek ister gibi ufak bir jestte bulundu. "Bir şey olmaz," dedi. "Yeniden yıkarız."
"Yine de yaptığının bedeli-"
"Meow!"
İkimizin de bakışı kediye çevrildi o anda. Ağzındaki papatyayı seçebiliyordum. Onu nasıl veya nereden kopardığını merak etmemiş değildim.
"Sky," diye seslendi Jisung. "Yaramazlığın sırası mıydı oğlum?"
İstemsizce ona döndüm. Oğlum.
Kedi mırıltıya kaçan bir tonda cevaplayarak yanıtladı, yavaş bir atlayış ve yine yavaş adımlarla da yanımıza vardı. Papatyayı ayakkabımın üzerine bıraktı. Bizim tepki vermemizi beklemeden eski yerine zıpladı.
Gri şişko kedinin özrüydü bu.
"Hiç böyle şeyler yapmazdı," diye mırıldandı Jisung aşağı bakarken. Eğilip çiçeği aldı. "Sanırım Sky'ın seni benden çok sevdiğini kabul etmem gerekecek..."
Cevaplamak yerine güldüğümde alayla dudak büzdü. Papatyayı bana uzatırken, "Yine de kıyafetlerin çamurlu." dedi, kötücül bir gülüş eklemeyi de es geçmemişti.
Sırtını dönüp gitmeye hazırlandığında kafamı Sky'a çevirdim. Duvarın üzerinde ne zaman olduğunu anlayamasam da artık yalnız değildi. O yeşil gözlü beyaz türk kedisiyle beraber mırlaşıyorlardı.
Beyaz dişi kedinin kulağına -sanki birisi tarafından- koyulmuş minik papatyayı son anda fark etmiştim. Elimdeki çiçeğe baktım. Sky işini biliyordu.
"Jisung," diye çağırdım adını salona girmeden önce. Şaşkınlıkla durdu ve hemen bana döndü. Sormasına fırsat tanımadan koşarcasına yanına adımladım. Salonun girişine açılan ahşap verandada dizimi kırarak çöktüm. Bu anda hızlıca elimi sol kulağının üzerindeki kumral tutamları düzeltmeye görevlendirirken papatyayı açtığım boşluğa özenle yerleştiriyordum.
"Yakıştı."
Parlayan gözlerle bana baktı. Gülümsüyordu. "Gerçekten mi?"
"Evet," dedim elimin sırtı yanağında oyalanırken. "Çok yakıştı."
Okşadığım kısımları kızaran yanaklarından çektim bakışlarımı. Gözlerine kaldırdım. Kaçmak ister gibi, "Ama," dedi. "Bunu Sky sana vermişti."
"Yani?" diye fısıldadım. Şu an onu öpmek istiyordum.
"Yani... Yanisi, şu..."
"Evet?"
Nihayet bir bahane bulmuş gibi, "Kıyafetleri yıkadın ve astın. Sky da onları çamurladı. Sonra pişman oldu. Özür dilemek için sana çiçek verdi." deyiverdi. Heyecanlandığı her an yaptığı şekilde hızlı konuşuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
slave of the ocean - minsung ✓
Fanfiction"madem öyle, bundan sonra benim kölemsin." deniz biyologu Minho ve en az onun kadar okyanus aşığı olan yürüme engelli Jisung'un ikilemlerle dolu hikayesi. [josee, the tiger and the fish] [yan ship: hyunin] [14.01.23 - 14.02.24]