"...yani dediğim gibi böyle havalı gözükmeye çalışıyor ama bazen o kadar salak ki, onunla arkadaş olduğum için kendime acıdığım oluyor Jisungcuğum..."
Sabır, sabır, sabır.
"Ama boyaları nasıl görmedi ki," diye konuştu Jisung gülmekten kızarmışken. Hyunjin de yerinde kıpırdanıp benden ve sus yoksa seni öldüreceğim içerikli bakışlarımdan biraz daha uzağa kayınca cevapladı. "Bana kızmaya geldiği için, gözü başka bir şeyi görmüyordu."
"Ben de buradayım farkındaysanız-"
"Sonra ne oldu?" diyerek sözümü kesti Jisung. Kahvesini kenarda unutmuş, canım arkadaşım Hyunjin'in hakkımda abartarak anlattığı geçen yaz yaşanan olayı oldukça dikkatli bir halde dinliyordu. Ve bundan fazlasıyla keyif almış gibiydi.
İmdat, bu çocuk az önce arkadaşlarımı görmek istemediğini yüzüme bağırmamış mıydı?!
"Dizlerine kadar boyaya battığı için pantolonunu çıkardık. Sonra benim pijamalarımdan giydi. Annem de pantolonu paspas yaptı."
"En sevdiğim pantolonumdu!.." diye söylendim. Neden o utanç verici anı yeniden hatırlamak zorundaydım ki?
Jisung gülmesini kesip cheesecake'inden büyük bir lokma aldı. Ardından hemen Hyunjin'e döndü. "Resimlerine bakabilir miyim?"
"Telefonumda birkaç tane-"
"Hepsini galerimde tutuyorum Jisung," diyerek lafımı böldü. Sarı saçlarını geriye yatırıp cebinden son model telefonunu çıkardı. "Yanına gelip göstereceğim de, Minhocuğum müsaade ederse..."
Ona baktım. Pişmanlık ve sinir kırıntıları barındırdığını umarak gözlerimi gözlerinde gezdirdim. Daha sonra yanımdan gelen Jisung'un sesini duydum. "Benim tatlım bitti. Götür köle!"
Hyunjin gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp kafasını eğse de bunu yaptığını çoktan görmüştüm. Yani onu buradan çıktığımızda dövecektim.
Dediği gibi tabakları ve kahve fincanlarını alıp kaldırdım. Mutfağa vardığımda Hyunjin'i buraya çağırdığıma tamamıyla pişman olduğuma karar vermiştim.
Birkaç dakika içinde suyu açıp kısa tuttuğum ön yıkamadan sonra eldivenleri elime geçirmiştim. Deterjan limon kokuluydu.
"Kolay gelsin köle."
Ona bakmadan sinirle konuştum. "Seni şu an dövebilirim Hyunjin, yürü git."
"Aa," deyip duraksadı. Yanıma varmış ve aceleyle yüzüme bakmıştı. "Şaka yapmıyorsun, beni cidden dövebilirsin."
"Evet, hem de plastik eldivenlerle."
Sözümü bitirdiğim gibi geri çekilip ellerini havaya kaldırdı. "Tamam tamam, biraz abartmış olabilirim. Ama hepsi Jisung'u güldürmek içindi... İyi çocukmuş ya, takılırız biz."
"Yok, takılmazsınız," diyerek kaşlarımı çattım. "Jisung sen yokken daha iyi."
Tabağın etrafını köpüklü süngerle çevrelerken gülerek konuştu. "Tamam, gerçekten... Sinir ettiğim için kusura bakma kanka. Jisung eğlendi işte, daha ne olsun?"
İç çektim. "İyi, sorun değil." Kafamı şimdi kaldırıp ona döndürmüştüm. "Sen niye yalnız bıraktın Jisung'u?"
"Odasından bir şeyler alacaktı, beklemek istemedim," diye hızlıca konuşup omuz silkti. Sonra yüzü, mutfağa gelme amacını açıklamak üzere hafifçe gerildi. "Chan niye izin istediğimi sordu bu arada."
"E, mantıken..."
"Ondan değil canımın içi..." Derince nefes aldı. "Jisung'u ziyarete gideceğimi söyledim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
slave of the ocean - minsung ✓
Fanfiction"madem öyle, bundan sonra benim kölemsin." deniz biyologu Minho ve en az onun kadar okyanus aşığı olan yürüme engelli Jisung'un ikilemlerle dolu hikayesi. [josee, the tiger and the fish] [yan ship: hyunin] [14.01.23 - 14.02.24]