"Yine ve yine buzdolabı boş."
Kendi kendine konuşan çocuk göz devirerek buzdolabını kapattı. Tek başına yaşadığı bu evde sürekli buzdolabının boş olması sinirini bozuyordu. Babası uzun zamandır para göndermemişti ve Hao'nun parası bitmek üzereydi. Arayıp neden para göndermediğini bile soramıyordu çünkü babasının telefon numarası kendisinde yoktu. Annesi uzun zaman önce ölmüş ve Hao da kendi başına yaşamak zorunda kalmıştı. Babasının kendi ailesi vardı. Annesi ile boşandıkları zaman ikiz çocukları biri baba da diğeri de anne de olmak üzere ayrı iki yuvaya dağılmıştı. Arada bir görüşürlerdi. Fakat bu görüşmeler genelde kavga ile biterdi. Hao ve Hoon ikiz olmasına rağmen farklı ailelerde büyüyen iki kardeşti. Bu zamanla aralarına duvar örmüş ikisini yabancılarmış gibi hissettirmeye başlamıştı. Bu yüzden özel bir şey olmadığı sürece buluşmazlardı.Hao her zaman Hoon'un hayatına sahip olmak isterdi. Zengin olmak... Arabalar, kıyafetler ve daha fazlası. En çok da özgür olmak isterdi. Bu Hao'nun sürekli arzuladığı istekler bütünüydü. Kendisi burada sürünürken ikizinin lüks bir hayat sürmesi ona adaletsizlik gibi geliyordu. Ne olurdu da ben babamda kalmış olsaydım diye içinden geçirmeden edemiyordu. Bu duruma sürekli iç çekse de artık alışmıştı.
Kapı çaldığında beklemediği için şaşırsa da kim olduğunu bildiği için rahat bir tavırla kapıyı açtı. Babası ayda bir Çin'e gelip ona para bırakır ve giderdi. Zaten babasından başka da kimse kapısını çalmazdı. Arkadaşı yoktu, yalnız yaşayan bir çocuktu, Hao. Üniversiteye bile gitmemişti. İkiziyle tek yumurta ikizi olduğu için babası görülmesini istemediğinden dışarıya bile çok nadir çıkıyordu. Hayatını çevirmenliğe adamıştı. Çok sevdiği ünlülerin yayınlarına çeviriler ekliyordu. Korece ve Çince bilmenin tek eğlenceli yanı diye düşünüyordu. Babası Koreli, annesi ise Çinlydi. Bu yüzden iki dili de ana dili gibi konuşabiliyodu. Bunu kendine meslek haline getirmişti. Onun arkadaşı, bilgisayarı ve telefonuydu. Bu gecekondu dairesinde yalnızlığını unutturacak iki alet.
"Hoşgeldin," kapıyı açtıktan sonra geriye çekilip içeriye girmesi için babasını buyur ettikten sonra kapıyı kapatıp salona geçtiler. Ev her zamanki gibi dağınıktı. Babası buna alıştığı için yadırgamayıp temiz bulduğu bir köşeye geçip oturdu. Bu oturuşu en fazla on dakika sürerdi. Uzun muhabbet edecek kadar yakın değillerdi.
"Para nerede?" Hao koltuktaki kıyafetleri umursamadan üstüne oturduğunda babasının elinin neden boş gelmiş olduğunu anlamaya çalışıyordu. Elinde bir çanta olur ve içi parayla dolmuş olurdu. Fakat eli boştu. Oğlunu gizlediği için ileride kredi kartından görülmesin diye de parayı nakit getiriyordu.
"Seninle ciddi bir şey konuşmak için buradayım, Hao."
Babasının ilk kez böyle bir giriş yapmasıyla Hao şaşırsa da bozuntuya vermeyip arkasına yaslanarak geniş bir şekilde oturdu. Verdiği rahatlık havası babasının sinirini bozsa da bir şey demiyordu."Bu sabah Hoon'un ölüm haberi geldi."
Hao gözlerini hızla açarak doğrulduğunda anlamayarak babasına bakıyordu. İkizi ölmüş müydü? Onunla uzun zamandır buluşmamışlardı ama öldüğünden kesinlikle haberi yoktu. Tüm şaşkınlığıyla babasına baktığında babasının yüzünde tek bir mimik dahi oynamıyordu. Öylece oğluna bakıyor ve bir şey demesini bekliyordu."Ne? Nasıl?" Hao doğru kelimeleri çok arasa da ağzından dökülen sadece soru yağmuru kelimeler olmuştu. Babası iç çekerek ellerini birleştirdiğinde Hao yüzündeki şaşkınlıkla babasına bakıyordu. Bay Jang'ın yüzündeki ifade ona oldukça yabancıydı. İlk kez babasını bu halde görüyordu.
"Bir senedir Hollanda'daydı, biliyorsun. Yangın çıkmış ve ölmüş. Bir ay olduğunu söylediler. Bana anca haberi geldi ve iş işten çoktan geçtiği için orada bir yere küllerini dağıtmışlar," gözleri bile dolmadan düz bir ifadeyle anlatıyorken Hao gözlerini ondan alamıyordu. Kendisi o kadar duygusuz biri olarak bilinse de onun bile gözleri dolmuştu. Babası anlatırken nasıl olur da bu kadar sakin kalabilirdi?
"Orada öylece toz olup gitmiş yani," yere bakarak uzun düşüncelere dalmış olan çocuk gözyaşlarını tutmaya devam ediyordu. Babası gidince hüngür hüngür ağlayacaktı. "O toz olup gitmiş olsa bile bizim hala ona ihtiyacımız var," babasının söylediği cümleyle başını yerden kaldırıp babasına baktı Hao. Böyle bir cümleyi nasıl kuruyor diye içinden geçirdi fakat yine bir şey demedi. Babası nasıl konuşur, kendisi nasıl cevap vermelidir bu tür soruların cevapları onda yoktu. Babası ile ilk uzun konuşması şuankiydi.
"Ah, özlüyor olmalısınız." İkizi ile birlikte çok anısı olmadığı için onu özler miydi bilemiyordu fakat ailesinin onun özlediği çok açıktı. İçinden hala nasıl öldü diye geçirse de kendi kendine kafasında mahkeme yapmayı babası gittikten sonraya saklıyordu.
"Aslında iş onun etrafında dönüyordu. Ölümü bizim batışımız demek. Yani sana daha para getirebilir miyim, meçhul." Babası omuz silkerek konuştuğunda Hao yutkundu. Pekala, bunu beklemiyordu. Oldukça alışmış olduğu düzeninin bozulması onun için büyük bir depresyon olurdu. "Ne yapmayı düşünüyorsun?" Kendi için bir planı yoktu ve bunun bir son olmaması için kendi kendine dua ediyordu. Parasız bir hayat düşünmek dahi istemiyordu. Anında aklına dolan gelecek kaygısıyla stresini dışarı vermek istercesine nefes aldı.
"Onun yerine geçmeni istiyorum."
Merhabalar!!
Giriş bölümü ile herkesi karşılıyorum! Yıllardır kurgusu elimde olan ve birkaç shipim için kullanmak istesem de yine elimde patlayan o kurgumu yine okurlara sunuyorum, bir daha değiştirmemek umuduyla... 🤞🏻
Ayrıca belirtmek istiyorum ki psikolojik olarak etkilenir misiniz bilmiyorum ama sert bir gidişatı olacağını düşünüyorum. İki senedir bu şekilde olduğu için belki de yayımlamakta çok çekindim. Yine belirtmek istedim. 🤗
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2 kids | haobin
Fanfiction- Hao ve Hoon ikiz olmalarına rağmen anne ve babalarının boşanması sonucu farklı yaşam tarzlarında büyümüş iki çocuktur. Bir gün Hoon'un ölüm haberiyle, Hao onun yerine geçer. Ve Hao o çok istediği Hoon'un hayatının bir cehennem olduğunu ancak ailey...