"Her şeyi hatırlıyorsun."
Yerimden kalkıp ondan birkaç adım uzaklaştım. Gözleri o kadar farklı bakıyordu ki daha deminki Hoon'dan eser yoktu. Sabahtan beri bana oyun yapıyordu. Ve ben de buna inanmıştım. Peki o insanlar? Onlarda mı yalan söylüyorlardı?
"Aynı zamanda bir oyuncu olduğumu çok çabuk unutmuşsun. Burada da oyunculuğa devam ediyorum, nasıl ama?" Alay ederek gülerken bile gözlerinde hiçbir duygunun kırıntısı yoktu. Bambaşka birisi karşımda duruyordu. Sanki tüm duyguları bir şırıngayla çekilmiş gibiydi. Ne olmuştu ona böyle? Durgun Hoon'a alışmıştım ama duygusuz Hoon onun ölmesiyle eş değer gibiydi.
"Neden? Niye böyle bir oyun sürdürüyorsun?" Anlayamıyordum. Burada rahat bir hayatı vardı madem niye rol yapıyordu ki? "Çünkü sen her şeyi mahvettin! Anlıyor musun? Senin yüzünden kaçtığım şeye tutunmak zorundayım, anladın mı?" Beni omzumdan sarstığında donmuş gibiydim. Benden nefret mi ediyordu? Edecekti, Hao. Ne bekliyordun? Boynuna sarılmasını mı? Onun hayatını çaldın bir de sevgi mi bekliyorsun?
İçimdeki vicdan azabı yine benliğime yeni düşmememi sağlayamadı. Gözlerimde biriken öfke ile onu ittim.
"Hiçbir şeyden haberin yok, tamam mı? Bir de karşıma geçmiş beni kovuyor musun?" Bu sefer ben alay ederek güldüm. Beni tanıyordu madem nasıl üste çıkacağımı şimdi görecekti. "Gidersem benimle geleceksin. Böyle susup kaçarak kendini kurtardığını mı sanıyorsun? Orada kaç kişi intikam arzusuyla yanıp tutuşuyor haberin var mı?" Hanbin, Gyuvin, Taerae... hepsi benden umut bekliyorlardı. Umutlarına kelepçe vurmadığım için hapishane ile özgürlük arasındaki ince çizgide beni bekliyorlardı. Her şeyin açığa kavuşmasını istiyorlardı. Ve her şeyin merkezinde olan Hoon mu kaçacaktı? Hayır, efendim böyle bir şeye katiyen izin veremezdim. Çünkü ben de çoktan bu işin içindeydim.
"En büyük darbeleri ben yedim. Kimsenin canı benim kadar yanmıyordur. O cilalanmış evlerin içinde içlerini kemiren tahta kuruları dolu. Benim her tarafım yara bere dolmuş zaten. Orada kim kimi yerse umurumda bile değil!" Tahmin edebiliyordum. Ne kadar ağır şeyler yaşadığını ama bu bir şeyleri değiştirmek için geç olduğu anlamına gelmezdi. Biraz sakinleştiğini fark ettiğimde bağırmayı bırakıp ona yaklaştım.
"O tahta kuruları evi kemirmeden önce bizim gidip o evi yakmamız gerek, Hoon. Bana güvenmek zorundasın," eğik olan başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. İlk önce gözlerini çeken o olmuştu. Kulübenin köşesine gidip oturdu. Dizlerini kendine çekmiş, kollarını etrafına sarmıştı. Tıpkı küçükken küstüğünde yaptığı gibi. Yanına gidip oturdum. Şimdi ikimizde sakinleşmiş gibiydik.
"Benden ne istiyorsun?" Gözlerini uzağa dikmiş bakarken sordu. Tamemen ilgisiz ve yorgun olan ses tonu kendini belli ediyordu. "Herkes için intikam," başını iki yana sallayarak kendi kendine güldü. "Bunu nasıl yapacaksın?" Bunu ben de bilmiyordum ama ona yeterli bir cevap vermezsem onu asla tavlayamazdım.
"Tahta kuruları evin içindeyken onları yakacağım." İçimde beliren kin ile ben de uzağa baktım. Burnunu çekip sordu. Ağlamış olduğunu fark etmemiştim. "Nasıl?" O kadar inanmayarak sormuştu ki bunu, benim bile kendime olan güvenim kaybolacak gibiydi.
"Sana yaptığım ve yapacağım her şeyi anlatacağım. Kimlerle çalıştığımı, hedefimi... Fakat bana yardımcı olmazsam hiçbir şey yapamam. Çünkü ne kadar bilgi edinirsem edineyim, birinci kaynak her zaman daha doğru olandır."
***
Jiwoong ve Ten beraber köyü aramaya çıkmışlardı. Hava kararmasına rağmen dönmemeleri ikisini de tedirgin etmişti. Hao burayı bilmiyordu ve Hoon da bilgisizdi. Bunu biliyordu. O yüzden başlarına bir şey gelecek diye endişeden ölmek üzereydi. İçinden buraya keşke hiç gelmeseydik diye geçirmeden edemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2 kids | haobin
Fanfic- Hao ve Hoon ikiz olmalarına rağmen anne ve babalarının boşanması sonucu farklı yaşam tarzlarında büyümüş iki çocuktur. Bir gün Hoon'un ölüm haberiyle, Hao onun yerine geçer. Ve Hao o çok istediği Hoon'un hayatının bir cehennem olduğunu ancak ailey...