11 | oltanın iki ucu

208 33 17
                                    

Etraf bir anda uluyan seslerle dolmuştu. Ses dalgaları devasa heykelin önünde eğiliyor, eski bir dilde dua edip dans ediyorlardı. Sonra bana dönüyor ve  titreyerek duvarlara ürkütücü gölgeler düşürüyordu. Korku filmine benziyordu. Bakışları ve yüz ifadesi. Beni sanki mezarlıktaymışım gibi hissettiriyordu. Çoktan diyecek bir şeyimin olmadığını anlamıştım ama karşısında savunmasız bırakılmak beklemediğim bir darbeydi. Daha demin ki zoraki halinden eser kalmamış, ilk günkü haline dönmüştü.

"Gerçekten kaza geçirip kaçtığın bataklığa geri mi döndün, Hoon?" Aramızda ki mesafenin azlığı beni daha gererken göz bebeklerim titriyor cesaret kırılması yaşıyorlardı. Ne diyeceksin, Hao? "Anlamıyorum," zar zor bulduğum dilimle ettiğim tek kelime onu daha da sinir etmiş olmalı ki sinirle sırıtıp geri çekildi. "Şu an içimden ne geliyor, biliyor musun?" Gözlerinin içine bakmakta artık zorluk çekiyordum ama yine de usulca başımı iki yana salladım. Kahvesinden bir yudum alıp tekrar delici gözlerini üzerime dikti.

"Kolundan tutup parmak izinden kimlik tespiti yapmak," söylediği şeyler göz bebeklerimin korkudan büyüdüğünü hissetsem de güçlü durmak adına avcumu yasladığım tezgaha daha sıkı tutundum. Ayaklarımın bağı çözülmüş gibiydi. "Fakat sonucun beni mutsuz edeceğini fark ettim. Bilge olup acı çekmektense aptal olup enayi olmayı tercih ederim," gözlerinin renginin değiştiğine o an yemin edebilirdim. Siyahtan koyu kahveye dönen göz rengindeki tek bir merhamete ne kadar muhtaç olduğumu fark ettiğim an ondan nefret ettim. Beni bu duruma soktuğu için de kendimden nefret ettim.

"Ama..." başını yana yatırıp gözlerini kıstı. Bir süre yüz ifademe bakıp ondan keyif alıyormuş gibi bana acı çektirdikten sonra devam etti. "Sınırlarımızı aşmayalım, tamam mı? Seni bir daha o odada görmek istemiyorum. Zaten gördüğün belgelerden neler olduğunu anladığımı biliyorsundur," bedenimin en ücra köşelerinde ki tüm hücrelerin dahi hissettiği o gerginlik aynı zamanda tüylerimi ürpertmişti. Bana kısaca her şeyden haberim var ama ikimiz de susup işimize bakalım mı, demek istiyordu?

Seni bir daha o odada görmek istemiyorum.

Hoon onun için bu kadar mı değerliydi? Siktiğimin kardeşlik ilişkileri. Hepsi bana sahte geliyordu.

"Sanırım gideceğini söylemiştin, değil mi?" Tek kaşını kaldırıp bana başka konuşma şansı vermediğinde boğazımda biriken tüm hislerimi üzerine kusasım gelmişti. Beni o kadar iğrenç bir konuma düşürmüştü ki bunu asla unutmayacaktım.

"Oh, evet. Görüşürüz," telaşlanıp mutfaktan çıkıp evini terk ettim.

Ne Hanbin ne de Jiwoong... Yaslanacağım tek bir kişi bile yoktu. İşte o zaman anlamıştım yine yapayalnız olduğumu. Ben buydum, işte. Kaderi yalnızlık olarak seçilmiş bahtsız bedevi bendim. Ama artık bu benim çok canımı acıtıyordu. Ben artık çok yoruluyordum. Sürekli beni dinleyenin kendim olmasından çok yoruluyordum. Artık kafamda ki sesleri durduramıyordum. Kalbimin acısı tüm bedenimi ele geçirmek istercesine her geçen gün daha da acıyordu.

Ben de birileri beni sevsin, saysın istiyordum. Lanet olsun ki ben sadece sevilmek istiyordum. Bu çok mu zordu? Her gün kafamdaki seslerle yaşamak beni hissizleştiriyordu. Bu gidişle de hiç yaşayamadan ölecektim.

Ağlayarak terk ettiğim bu yerden sonra tekrardan kürkçü dükkanına geri dönmüştüm.

Yemek saatine denk gelmem mükemmel olmuştu (?) tüm aile fertleri ve gereksizler masada toplanmış akbaba bakışlarını üzerime dikmişlerdi. Kurtlar sofrası.

"Nihayet evin yolunu buldun demek," bir anda herkes sessizleşip elindekileri bırakmış ve bakışlarını babama çevirmişti. Kimseden çıt çıkmıyordu. Bir şey demeden düz bir ifadeyle sandalyeme oturdum. "Ben konuşurken bana bak," masaya vurduğu eliyle yerimden sıçradığımda gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Ağzım kalbimde atıyordu korkudan. Bu yönünü daha önce hiç görmemiştim.

2 kids | haobinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin