Yarı ayık yarı bayık bir halde başımı rahat sırtına yaslamış gidiyorken sorum için yanıt alamamış aksine kaskatı kesilmiş bir vücut ile karşılaşmıştım. Zaten şu an beni ciddiye alması benim ölüm fermanım gibi bir şey olurdu. Bu yüzden işime geliyordu ama çenemi de durdurabileceğimi sanmıyordum. Alkol almayı uzun bir süre kendime yasaklayacaktım. Çünkü bugünkü olabilecek rezillikleri kestirebiliyordum.
Motorun ışıklarının sönmesinden geldiğimizi anladığımda kafamı kaldırıp etrafa bakındım. Oh, eve getirmemişti. Bunun için ona minnettardım. Kalkmadan öylece duruyordum ki kafamdan kaskı çıkardığında yüzüme doğru esen rüzgar ile kendime gelmiştim. Kollarımı açıp esneyerek ona baktığımda beni oldukça nazik bir şekilde belimden tutup motordan indirmişti. Bir şey demeden usulca onu takip ediyor, izliyordum.
Beni eve doğru ilerletmeye başladığında daha yakından evi inceledim. Evin çardağı ya da bahçesinin içinde yer alan koltuklu köşe ilgimi çektiğinde ayaklarımı oraya yönlendirip dans ederek oturdum. Arkamdan gelen Hanbin'in yüzünde ki düşünceli ifade ne zamandır yüzünde yer edinmişti, bilmiyordum ama umarım nedeni ben değilimdir.
"Burası çok güzelmiş," etrafa hayran bakışlar atarak söylediğimde bana basit bir gülümseme gönderip o da diğer koltuğa oturdu. Başımı ona doğru çevirmeye tereddüt ediyordum bu yüzden yanan ateşi izlemeye başladım. Hava zaten çok soğuk değildi ve bu ateş yeterliydi. Bu köşe gerçekten çok hoşuma gitmişti. Çalıştığı kafede de böyle bir yer vardı. Sahi, durumu iyiyse niye garsonluk yapıyordu?
Kafam karışmış bir şekilde ona döndüğümde başını sallayarak bana bakmasıyla şaşırmıştım.
"Söyle," bir şey diyeceğimi nereden anladığına çok takılmadan aklımdaki soruyu ona yönelttim. "Anladığım kadarıyla durumun iyi. Niye garsonluk yapıyordun?" Koltukta ki yerini daha da rahat ettirerek o da bakışlarını ateşe çevirdi. Fakat bu kez ben ona bakıyordum.
"Annemin kafesi. Arada yardım etmek için gidiyorum. Buluşmamız için de bahane oluyor," anladığım kadarıyla ailesiyle sıkı bağları yoktu. Cesaretle yeni bir soru ekledim. "Ailenle yakın değil misiniz?" Bu soruyu beklemediği düz bir ifadeye bürünen yüzünden belliydi. Yine de sorumu cevapladı. "Yakındık," kestirip atıyordu ve böyle yapınca benim daha çok deşesim geliyordu. Yalnız buna hakkım var mıydı?
"Özeline girecek gibi oluyorum belki ama merakımı mazur gör," başını iki yana salladı ve başını bana çevirdi. "Çok özelim olsaydı şu an senin bana bu soruları sorma şansın olmazdı," verdiği cevap bir süre duraksamamı sağladı. Gözlerimiz kesiştiğinde bu önümüzde ki ateşten daha çok sıcak hissediyordum. Gözlerimin içine o kadar düz bir şekilde bakıyordu ki sanki içindekileri görmeye çalışıyor gibiydi. Neydi bu gecenin gidişatı? Her şeyimizi sorup öğrenmek mi? Kendim için buna izin veremezdim.
"Kardeşim öldüğünden beri aile bağlarımız güçsüzleşti. Babam pek eve uğramaz, annem ise kendini kafeye adayarak bir şeyleri kendince atlatmaya çalışıyor." Sıkıntılı bir iç çekip gözlerini etrafta gezdirdi. Güzel, derine giriyordum. Her zaman insanların hayatlarına dair özel bir merakım olurdu. Nedense bunu çok merak ederdim. Yolda yürürken yanımdan geçen birinin, önünden geçtiğim bir eve kadar sürekli insanları merak ederdim. Belki de uzun bir süre tek başıma bir evde yaşadığım içindi.
"Başın sağolsun," başını sallayarak başka bir şey demedi. Sessizlik büyük bir kaçamaktı ama şu an sarhoş olmamdan ötürü de olsa kaçak değil de avcı halindeydim. "Peki ya sen?" Bana dönüp tek kaşını hiddetle kaldırdı. Masum bir yüz ifadesini takınmaya çalışarak omuz silktim. "Yani sen nasılsın?" Gözlerimin içine öyle bir baktı ki, imkanı varsa delip geçecekti. Normalde olsa göz temasından kaçardım ama şu an çok edepsiz hissediyordum. Aynı zamanda da korkusuz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2 kids | haobin
Fanfic- Hao ve Hoon ikiz olmalarına rağmen anne ve babalarının boşanması sonucu farklı yaşam tarzlarında büyümüş iki çocuktur. Bir gün Hoon'un ölüm haberiyle, Hao onun yerine geçer. Ve Hao o çok istediği Hoon'un hayatının bir cehennem olduğunu ancak ailey...