"Dün gece yaşananları nasıl açıklayacaksınız? Daha fazla işbirliği yapmak istemiyorum."
Kulağım sanki uzun bir uçuştan inmişim gibi kapalıydı. Zorlukla seçebildiğim kelimeleri dinlerken bir yandan da yataktan doğrulmaya çalışıyordum. Şuurum dün gece nasıl gitmişti, anlam veremiyordum ve hatırlamak için zihnimi zorladığımda başıma saplanan ağrı yüzünden geri çekiliyordum. Kaç saattir uyuduğumu bile bilmiyordum ama kış uykusundan uyanmış ayılardan farkım yoktu. Üstümdeki inanılmaz yorgunluk ve halsizlik beni bitap düşürüyordu.
"Anlaşmamız bu şekilde değildi. Zaten başından beri kaç kez gerçeği sakladınız. Bu benim için son nokta. Ben hala Hoon'un pardon Hao'nun koruması olmaya devam edeceğim. Fakat bundan sonra başka hiçbir şey için benden bilgi alamayacaksınız."
Her ne kadar bir yerlerim ağrısa da duyduklarım bunları sıfırlıyordu. Yataktan nihayet doğrulduğumda Hanbin'in sesini takip ederek salonun girişinde durdum. Kiminle konuştuğunu merak ediyordum. Fakat bundan önce merak ettiğim şey; dün geceydi.
Başımı içeriye uzatıp baktığımda Hanbin telefonu pantolonunun cebine sıkıştırırken oldukça stresli görünüyordu. Gözleri nihayet beni bulduğunda oldukça yorgun görünüyor olan halimi tahmin edebiliyordum. Muhtemelen yüz ifadesinde bir an da beliren endişe tohumlarının nedeni de bu halim olmalıydı.
"Sen neden kalktın? Ben gelecektim yanına," yanıma gelip beni incelediğinde omuz silktim. "Kaç saattir uyuyorum?" Uykulu sesimle konuştuğumda durup bir bana baktı. "Yaklaşık on altı saat olmuştur sanırım," şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdığım da koluma girip beni ilerletmeye başladı. Şaşırarak ona baksam da ben konuşmadan açıklamaya başlamıştı.
"Sana sürprizim var. Geç bakayım yatağa," beni güzelce yatağa yerleştirdikten sonra göz kırpıp ortadan kaybolmuştu. Sırtımı yasladığım yatak başlığında keyfim yerine gelirken uzattığım ayaklarımı hafifçe salladım. Sürprizi ne olabilirdi ki?
Görüş alanıma girdiğinde ellerinin arasında tuttuğu tepsiyle giriş yapmıştı. Yüzüme yerleşen gülümseme ile ona sırıtmaya başladığımda tepsiyi kucağıma yerleştirdi. Tepsinin köşesinde gördüğüm kağıttan yapılmış gül, yemekten daha çok beni mutlu etmişti.
"Bu jesti neye borçluyum?" Ne kadar sevinsem de her zaman kendini belli eden tereddütüm ile onu karşıladığımda eğilip alnıma bir öpücük kondurmuştu. Acaba hala rüyada mıydım?
"Dün senin için kötü bir gündü. Belki biraz da olsa keyfini yerine getirebilirim diye düşündüm," yüzündeki buruk tebessüm dünün neler olduğunu bana hatırlatmaya yeterken bir anda tüm iştahım kaçmıştı. O herif... Bana bir şey yapmış mıydı? Bunu hatırlamıyordum. Dudaklarım birbirine çarpmaya başladığında bu titreme kendime olan güvensizliğimden kaynaklanıyordu. Çünkü dün işler istediğim gibi gitmemişti.
"Dün gece..." Elimde çevirip durduğum kağıttan güle bakarken gözlerim asla onunkilerle buluşmuyordu. "Düşündüğüm şey yaşandı mı?" Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp titremenin geçmesi için onlara işkence ediyordum. Aklıma gelmediği ilk uyandığım zamanlar ne kadar da güzeldi.
"Hayır. Terslik olduğunu anladığım an motora atlayıp geldim. Endişelenme," başımı kaldırıp ona baktığımda gözlerimin yeniden dolmuş olmasını bu kez kabullenip onları serbest bıraktım. Kucağımdaki tepsiyi düşürmemeye dikkat ederek kollarımı ona sardım. Bunu beklemese de bu kucaklaşmayı kabul edip bana sıkıca sarıldı. Duygu yoğunluğundan ötürü kendimi kontrol edemiyordum ki şu an etmekte istemiyordum.
"Bu saatten sonra kimse sana bir şey yapamaz. Seni her zaman koruyacağım."
***
"Dün olan bitenler ne kadar talihsiz olsa da aslında büyük bir şey öğrendik," elimde çevirip durduğum gül ile odağım tamamen kafamdaki düşüncelerdi. Hanbin de hiç ses çıkarmadan yanımda oturuyor ve beni dinlemeye ne kadar hazıra olduğunu gösteriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2 kids | haobin
Fanfiction- Hao ve Hoon ikiz olmalarına rağmen anne ve babalarının boşanması sonucu farklı yaşam tarzlarında büyümüş iki çocuktur. Bir gün Hoon'un ölüm haberiyle, Hao onun yerine geçer. Ve Hao o çok istediği Hoon'un hayatının bir cehennem olduğunu ancak ailey...