Sanırım yazmak bazı zamanlar daha da zorlaşıyor. Anlattığım şeyler şuan yaşadıklarımdan çok uzak. O zamanlar bunları yaşayacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.Toz pembeler içindeki hayal dünyasında da yaşamıyordum elbette, benim için tehlikeli olacağını bildiğim bir seneydi. Ancak aynı anda bu kadar duygu yaşayacağımı, tehlikenin en orta yerinde güveni hissedeceğimi ya da kime ve neye karşı bir his besliyorsam nasıl bir değişim içinde olacağını bilmiyordum.
Ve tabii ki o zamanlar Abelia kelimesi benim için sadece sinir bozucu bir düzeltmeden ibaretti.
Her neyse nerede kalmıştık, size en son Evan Rosier'la beraber gittiğim o zamanlar benim için dünyanın en güzel buluşması olan, üç süpürgede kaymak birası içtiğimiz günden bahsetmiştim sanırım.
O günün ardından pek de önemli şeyler olmadı. Noel tatili bitti, bizimkiler Hogwarts'a döndü ve klasik aynı şeyler yaşanmaya devam etti. Evan'la o günden sonra yakın oluruz zannediyordum ancak pek de düşündüğüm gibi olmadı. Özellikle Riddle da okula döndüğünden beri benden oldukça uzak duruyordu.
Sadece bir keresinde oldukça sisli bir hava vardı ve ben bahçede büyük yapraklı bir ağacın altında oturuyordum. Ağacın gövdesi oldukça büyüktü ve arka tarafı gözükmüyordu. Şans eseri Evan Rosier da ağacın arkasında oturuyormuş ve ben bunu birden bire bir gülme sesi gelince farkedebilmiştim. Ağacın arka tarafına döndüğümde Evan'ın elinde bir kitapla oturduğunu gördüm.
Elinde tuttuğu tüy kalemle gülerek okuduğu yerin altını çizdi.
O sırada fark etmeden bende gülerek onu izledim. Orda birinin varlığını hissettiğinde kafasını çevirdi. Yüzü bir iki saniye anın şoku içinde kaldı ama ifadesi oldukça derin bakışlara dönüştü.
Gülüşümü izliyordu.
Gözlerimiz tekrar buluştuğunda zar zor yutkundum. Elimde olmadan dudaklarımı ıslatmıştım. Gözleri tekrar dudaklarıma kaydı ancak bir anda toparlanıp ayağa kalktı.
Bana tek bir kelime etmeden ilerliyordu ki arkasından koşar adımlarla gidip ona yetiştim.
"Evan bekler misin?" diye sordum kolundan tutarken. Kolunda duran elime baktı ve hafifçe gülümsedi. Anlam veremediğim için suratına baktım. "Kusura bakma daha önceden bu anı yaşamışım gibi hissettim." diye açıkladı.
"Neden benimle konuşmuyorsun? Öylece kalkıp gittin yanımdan. Bilmeden sana bir saygısızlık mı ettim?" Soruma şaşırmış gibi gözüküyordu elini ensesine attı ve gözlerini etrafta gezdirmeye başladı. Ben hariç her yere bakıyordu sanki. "Eğer öyle bir şey yaptıysam-"
"Hayır- Hayır Amelia bana hiçbir şey yapmadın gerçekten." dedi aniden lafımı keserek.
"Pekala öyleyse seni incittim veya üzdüm mü? Anlayamıyorum." gülümsedi. "Birini incitebileceğine inanman tuhaf, görmüyor musun bi çocuk gibi masumsun." Bunu söylerken bir elini sanki yanağıma değdirecekmiş gibi kaldırdı ancak durdu ve geri indirdi. "Biraz acelem vardı, hala da var. O yüzden kalktım."
"Ama üç süpürgeye gittiğimizden beri neredeyse hiç göz göze bile gelemedim seninle." Hafifçe tebessüm etmeye başladı.
Elinde duran kitabın üzerine cebinden çıkarmış olduğu küçük bir kitap koydu "Stefan Zweig'ın çok sevdiğim bir kitabında, çok sevdiğim bir sözü vardır. -"Korku cezadan daha beterdir çünkü ceza nihayetinde bellidir ve ister küçük ister büyük bir ceza söz konusu olsun korkunun korkunç sonsuzluğundan daha kötü olamaz.- der Zweig Korku kitabında. Bu aralar bu kitap gibi hissediyorum Amelia."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Tale || a riddle story
FanfictionBlack ailesinde yaşayan ve Druella Black'in kızı olan Amelia, kuzeni Sirius Black'le her soylu ailenin yaptığı gibi bir akraba evliliğine zorlanınca Sirius'la birlikte bunu reddedip Black evinden ayrılır. Çapulcular ismini verdikleri arkadaş grubuyl...