Episode 3: ''This is the game between us''

1.7K 155 67
                                    

İyi okumalar! <3

×××

Kendimi aptal gibi hissediyordum.

Uzunca bir süredir aptal gibi ve kandırılmış hissetmemiştim. Daha doğru konuşmak gerekirse kendimi kandırmıştım çünkü bir ergen gibi Jeongguk'un oyunlarına göz yummuş ve benimle arkadaş olmasını isteyecek kadar kendimi kör konumuna getirmiştim. Aslında bu bile başlı başına bir sorundu.

Sadece arkadaş olmak isteseydi, bana açıkça övgüler yağdırmak yerine konuşmamızı normal eğlenceli konularla veya derslerle ilerletebilirdi.

En son aptal gibi hissettiğimde, daha doğrusu davrandığımda tam da Jeongguk'un yaşındaydım. Ondan birkaç yaş daha küçük olabilirdim fakat üniversiteye gidiyordum. Gittiğiniz üniversite bir yana, edindiğiniz çevre de büyük önem taşıdığından kime güvenip nasıl davranmanız gerektiği de ciddi bir konuydu. En azından bana göre öyleydi ve deneyimlerim kesinlikle beni daha akıllı, mantıklı biri hâline getirmişti.

Birkaç gündür ise bu yönümün baskın olduğunu hissedemiyordum. Jeongguk'un imalı konuşmaları kafamı karıştırırken yine onu düşünmek, daha doğrusu onun hakkında ne düşüneceğimi bilememek beni sinirlendirmeye yetiyordu. Bu yüzden kaçmayı ve mesafe koymayı tercih ederek yemek yediğimiz günden beri olabildiğinde uzak kalmaya çalışıyordum.

Ama bunun bana bağlı olmadığını ikimiz de biliyorduk, çünkü başından beri öyleydi. Bir öğretmen olarak ona yaklaşan zaten ben değildim. Gözlerimiz buluştuğu anda bende anlayamadığım bir etki bırakan, her fırsatta bir adım atmaya çalışan oydu.

O yüzden biliyordum ki, yapabileceğim en fazla şey koridorda karşılaştığımızda selam vermemek veya varlığını kaba olmamak şartıyla görmezden gelmekti. Ne de olsa o da bir öğrencimdi. Beni deli etmeyecek biri olmadığı sürece hepsine aynı davranmaya çalışırdım.

Öyle mi yapardım? Her isteyen öğrenciyle yakınlaşıp, birlikte oturup sohbet mi ederdim?

Kendi çelişkili bakış açıma karşılık derin bir nefes verdiğim sırada görüş açıma kaçtığım o bedenin girmesi sadece beş saniye almıştı. Koridorun diğer tarafında olmasını umursamadan beni izlediğini açıkça göstererek hafif gülümsemesiyle bana bakarken karşılık vermedim. Bu benim için zor değildi ama ona kötü davranıyor olduğumu düşünmesini de istemiyordum.

Neden bu kadar endişeleniyordum ki?

Bu hareketlerim ondan kaçtığımı açıkça gösteriyordu. Eminim ki bu, benimle yakınlaşmak istese de onun için kesinlikle bir zafer belirtisiydi.

Koridorda yürümeye devam etmiştim ama beni görmesine rağmen yanındaki arkadaşıyla konuşmaya devam ettiğini fark etmiş, bu da rahatlamam için yeterli olmuştu. Kayan gözlüğümü düzeltirken adımlarımı olabildiğince hızlandırmış ve derse girmeden işlerimi hâlledebilmek için odama doğru ilerlemiştim.

Neyse ki bugün dersimiz yoktu ve rahat bir nefes alabilecektim. Böyle hissetmek istemesem de, yemekte yaptıklarını düşündükçe derste üzerime diktiği bakışlarından dolayı daha baskı altında hissetmeye başlamıştım. Ki bunu başarabildiği içni onu kesinlikle takdir etmemiz gerekiyordu.

Odama giriş yaptığımda kapıyı Namjoon ile de karşılaşmamamın rahatlığıyla arkamdan kapatmıştım. Onun yersiz ve hiç de kendisine uymayan uğraşmalarıyla baş etmek istemediğim için keyifli hissediyordum, gün sandığımdan daha iyi ilerleyecek gibiydi. Koltuğuma hafif ama tatlı bir yorgunlukla yerleşmemin ardından elimdeki ağır kitapları bırakmış, önümdeki bilgisayarı açmadan önce biraz dinlenebilmek için gözlerimi kapatmıştım.

ShamelessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin