6 Eylül 2016
ABD/Colorado
03.50
Her şey iki günde planlanmışta olsa herkesin gözünde aynı şeyi görüyordum. Korku! Hepimiz bu çatışmaya öleceğimizi düşünerek değil, hayatta kalabilmeyi ve öldürebildiğimiz kadar öldürmeyi bilerek gelmiştik. Tam yirmi askerdik ve SWAT ekibi bize destek verecekti. Örgüt yıllarca çökertilmek istenilen bir örgüttü ve ciddi anlamda herkese büyük zararları olmuştu. Devlet bu konuda bu birime yeterli destek vereceğini söylemişti.
Buradaki herkes tam bir komandoydu. SWAT ekibinden daha güçlü olan bir ordu üyesiydi. Ama sayı olarak az olduğu için desteğe ihtiyacı vardı. Ben ise tam anlamıyla ayak bağı olduğumu hissediyordum. Tiffany hariç hepsi bana güvense de! Korkuyordum, çünkü herkes kendi başına idare ederken ben her şeyi elime yüzüme batıracak olmamdan korkuyordum. İlk defa kendimi bir fazlalık hissediyordum. Belki de Konakta kuzenimle kalmalıydım. Ama ben şuanda bu birime mensuptum ve bu benim başarıyla gerçekleştirmem gereken bir çatışmaydı. Yaralanmama kimse söz etmezdi. Biliyordum. Ama sadece bu kadar. Ölmek beni başarısız yapar, buradaki herkesin de hayatını riske atardı.
Tüm bunlardan dolayı oluşturulan planları can kulağı ile dinledim. Kendimi en güçlü moduma soktum. Başarmalıydım. Başarmak zorundaydım! Düşündüğüm tek şey bu olmalıydı.
Üstümdeki ağır yeleği kontrol ederken sırtımı dikleştirdim. Çünkü uzun otobüs tarzı araçta Tiffany sırtını arkaya yaslamış bana gebereceksin, ifadesiyle bakıyordu. Bunu aldırış etmemek için ona yaşayacağım, diye ifade eden bakışlarla bakıyordum. Yaşayacağım seni sürtük!
Gelmemiz gereken binanın on beş metre gerisine geldiğimizde otobüs durdu. Cama yaklaşıp etrafı incelemeye başladık. Ama Dom yere bir kâğıt serdi ve gireceğimiz binanın planını açtı. Giriş çıkışların hepsini tek tek gösterdi.
“Geleceklerimizden haberleri yok. Ama her zaman hazırlıklı olduklarını biliyorsunuz. Attığınız her adıma dikkat edin. Hatta atmadan önce iyice bakın. Vurulanlar tek kelime etmesin ki böylece herkes işine odaklansın. Kafanız kopmadığı sürece devam edeceksiniz. Geri çekilmek diye bir şey yok!” kağıttaki büyük bir bölgeyi gösterdi. “Bu odaya dalmadan önce dışarıda bir tane bile adam kalmayacak! Duydunuz mu? Görünmek yok! Düşman tarafından görünmek yok. Bu yüzden gizli kameraları etkisiz hale getirmek zorundasınız. Göreviniz gizli, sessiz ve güvenli olmak zorunda! Anlaşıldı mı?”
“Biz anladık, efendim. Ama yeni üyemiz-”
“Konuşma izni vermeden ağzınızı bile açmayacaksınız!” dedi Dom öfkeyle. “Ve yeni üyemiz bu işi başarılı bir şekilde yapacak! Bundan eminim!” dediğinde kaşlarımı çattım. İşte bu yüzden yapmak zorundaydım.
“Bundan emin olabilirsiniz, efendim!” dedim kararlı ses tonumla. “Sizi hayal kırıklığına uğratmayacağım!”
Seth, yumruklarını sıkıp açmaya başladı. Bundan hoşlanmadığı, hatta nefret ettiği belliydi. Ama bana da diğer askerler gibi inanmak zorundaydı. “Çok zor durumda kalmadıkça ve çok önemli bir şey olmadıkça mikrofonun varlığını unutun!” dedi Dom kâğıdı dürerken. “Şimdi, Tanrı sizinle olsun!” tam silahımı kontrol ediyordum ki “Derin!” dedi Dom ve ona baktım. “Sana güveniyorum. Ama başarısız olursan bizi hayal kırıklığına uğratmazsın. Çünkü sen henüz bu işi ustalıkla başarabilecek kadar eğitim görmedin. Sadece bir haftadır bizimlesin ve sakın kendini başaramam diye strese sokma. Aklındaki tek şey kendini kollaman olsun!”
“Merak etme, Dom!” dedim gülümseyerek. “Eğiticim bu dünyadaki en güçlü komando ve başarısız olmayacağım!”
Seth, acıyla gözlerini devirdi ve belimden tutup beni aynı acıyla öpmeye başladı. Geri çekildiğinde gözleri nemliydi. “Lütfen, sevgilim!” dedi fısıldayarak. “Sadece bir noktada sabit kalma ve her hareketlenmede kalkanını oluştur. Yanında olacağım. Ama eğer olurda ayrılmak zorunda kalırsak düşünmeden o tetiği çek! Duydun mu? Kim olduğunu düşünme! Bizim ekipten olmadığı sürece kim olduğu önemli değil. Sana güveniyorum!” alnını alnıma yasladı ve belimdeki elleri titremeye başladı. “Yine de yanımdan ayrılma!”
“Seth! İyi olacağım!” dedim ve Seth, istemeyerek de olsa geri çekildi.
Hepimiz her şeyi kontrol ettikten sonra arabadan indik ve eğilerek ve saklanarak binanın etrafındaki uzun duvarlara yayılarak koşmaya başladık. Adamın daha önceden yanan bir binadan sağlam çıktığını biliyordum. Fazlasıyla adam kaybettiğini de biliyordum. Hatta şuanda buraya elinde kalan adamlarıyla saklanmaya geldiğini de biliyordum. Ama adamın korkulan biri olmasından dolayı büyütüyordum içimdeki korkuyu.
Seth’le ikimiz tek kanatlı demir olan bir kapının önüne geldiğimizde bir yanına ben, diğer yanına da Seth geçti ve sırtımızı duvara yasladık. Seth, başını bir kez öne salladı ve belimdeki ses çekme aletini çıkardım. Kulaklığın birini boş olan kulağıma taktım ve sesini açtım. Odaklandım. İki adam İspanyolca konuşuyordu. Biraz daha dinledim. Ama başka adam sesi gelmedi. Elimi kaldırıp Seth’e iki kişi olduklarını belirttim. Seth, etrafa bakındı. Karanlık olduğu için üstümüzdeki kıyafetlerde siyahtı ve avantajımızı kullanıyorduk.
Seth, yanıma gelip kulağıma eğildi. “Seni arkaya geçmen için kaldıracağım ve duvara tırmanacaksın. Ama lütfen, iki adamı da hallet! Lütfen!” botuna taktığı küçük silahı bana uzattı. “İçinde uyutucu iğne var. Aşağıya atlamadan önce bunu kullan ve sonra silahınla ikisini de kafasından vur!”
Başımla onaylayıp ses çekici aletin kulaklığını çıkarıp kemerime geri astım ve Seth’in uzattığı silahı belime sıkıştırdım. Seth, ellerini bağladı ve ayağımı koymam için aşağıya eğdi. Omzuna tutunup elinin içine basıp beni kaldırmasına izin verdim. Duvarın tepesine tutunduğumda kendimi yukarıya çekerek tırmanmaya başladım. Ama kol gücüm hala yetersizdi. Kollarım titremeye başlayınca gözlerimi kapatıp derin nefes almaya başladım. Ama sonra nefesimi tutup bütün gücümle kendimi yukarıya çekip bir bacağımı duvarın üstüne atmayı başardım. Esnekliğim için minnettardım. Yoksa ayağımı bu şekilde duvara atmak için açamazdım. Başımı Seth’e çevirdim. Başparmağıyla harikasın işareti yaptı. Bende diğer tarafa döndüm ve bahçeye bakınmaya başladım. Benim üstünde olduğum duvarın arkasında iki, çaprazında da iki adam vardı. Seth’e döndüm. Elimle dört işareti yaptım. Ellerini ensesinde birleştirdi. Ama ona yaparım, sorun yok bakışı attım. İstemese de başıyla onayladı ve kendisini gülmeye zorladı. Ama sonra aklıma daha iyi bir fikir geldi. Karnımın üstünde duvara uzandım ve sol bacağım ile sol kolumla duvara sıkıca tutunup sağ kolumu Seth’e uzattım. Bana anlamayan bakışlarla baktı. Dudaklarımı kıpırdatarak ‘Tırman!’ dedim. Derin nefes alıp geriye doğru gitti. Ne yapacağını bildiğim için duvara daha sıkı tutundum ve gözlerimi sımsıkı kapattım. Seth, koşarak atlayıp elime tutundu ve ayağını duvara yaslayıp duvara tırmandı. Kolum yerinden çıkmış gibi acımıştı. Hatta birkaç saniye de olsa bana yarım saat gibi gelen bir süre boyunca olduğum yerde kıvrandım.
“İyi misin?”
Seth’e baktım. “İyiyim, hadi devam edelim!” dedim. Ama oturma pozisyonuna geçerken kolumu oynatamadım. “Sanırım omzum çıktı!” dedim. Seth, korkuyla uzun bir süre bana baktı. Ama sonra yanıma gelip kolumu kendi omzuna yasladı ve düz bir şekilde tuttu.
“Sakın bağırma! Ne yaparsan yap ama sakın bağırma! Duydun mu?” diye fısıldadı. Ne yapacağını biliyordum. Başımla onaylayıp dudaklarımı birbirine bastırdım. “Özür dilerim, bebeğim! Çok üzgünüm. Lütfen beni affet! Lütfen!”
“Seth, hadi yap şunu!” dedim.
“Bacağımı tut ve sık!” dedi. Sol elimi bacağına koyup sıkmaya başladım. Seth, o sırada kolumu kaldırıp geriye doğru hızla bastırınca bütün vücudum alev almış gibi gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ağzımdan tam acı dolu bir haykırış çıkıyordu ki dudağımın altını ısırıp kafamı geriye doğru attım. Gözümden sicim gibi yaşlar süzülüyordu. Bu acı neredeyse aklımı yitirmemi sağlayan bir acıydı. Seth, anında beni kendine çekip sarıldı. “Özür dilerim, bebeğim! Lanet olsun!”
Anında kendimi toparlayıp “Hadi, bitirelim şu lanet işi!” dedim. Acıda olsa en azından hareket ettirebiliyordum. Seth’te kendini toparlamak zorunda kalınca diğer iki adamın olduğu yere doğru sessizce gitmeye başladı. Aynı anda hareket edeceğimiz için onun ulaşmasını bekledim. Ulaştığında dönüp başını salladı ve ben silahı çıkarıp bir adama sıkarken diğerinin üstüne atladım ve kolumu arkadan boynuna dolayıp bacaklarımı belinden karnına doğru doladım. Adam kolumdan kurtulmaya çalışırken boynunu bir kıt sesiyle kırdım. Bunu yapabileceğimi sanmıyordum. Ama adrenalinin vermiş olduğu etkiyle başarmıştım. Silahı kılıftan çekip diğer adamın kafasına sıktığımda susturucu sayesinde ses çıkmamıştı. Gözlerimi Seth’e çevirdiğimde Seth’te iki adamı çoktan yere sermişti. Koşarak bir araya geldik ve etrafa bakındık. Birlikte sadece ilerlememiz gereken doğrultuda saray gibi olan binaya doğru ilerlemeye başladık. Elimdeki silahla kapının yanına gittiğimde bizim diğer iki grup üyesini sol tarafta görünce biraz rahatladım. Başka giriş olmamış olacak ki Xander ve Tess yanımıza geldi.
“Ön bahçedekilerin hepsinin işi bitti.” Dedi Xander bozuk İngilizcesiyle. Sanırım o ya Fransalıydı, ya da İspanyalı. Seth, başıyla onayladı. Bana döndüğünde ne yapmam gerektiğini anladım. İçerden gelen sesleri dinlemem gerekiyordu.
İçeride beş kişiden fazlası olduğunu anlamıştım. Ama sayısından tam olarak emin değildim. Bu yüzden “Beşten fazla!” dedim. “Hepimize ikişer kişi düşüyormuş gibi düşünün!” diye de eklediğimde de Xander parlayan bir cisim çıkarıp kapının deliğine soktu. Hiç zorlanmadan açtığında kapıyı itikledi. İki adam bunu fark edince anında saklandık. Duvara yapışmış bir şekilde sessizce adamların dışarıya çıkmasını bekledik. İki kişi etrafa bakarak silahlarıyla çıkınca en yakınında Tess ve ben olduğumuz için aynı anda duvardan ayrılıp arkadan sırtlarına atladık ve az önceki gibi yapıp adamın boynundan kıt sesi gelmesi için bütün gücümü kullanarak çevirdim. Kıt sesi gelip yığıldığında ise Seth’le göz göze geldik. Ama bu uzun bir bakışma olmadı. Saniyelik bir bakışmaydı. Hemen içeriye doğru bakmaya başladık. Tahmin ettiğim gibi antrenin karşı duvarında iki adam kahve yudumluyordu. Ama arkası bize dönüktü. Diğer iki kişi sol köşedeki kemerin iki duvarında yaslanmış konuşuyordu. Bize dönüklerdi. Ama uzaktaydılar. Sağ taraftaki boşlukta ise üç adam ellerindeki bir şeye bakıyordu.
“Şimdi ne yapacağız?” dedi Tess. “Bir gruba fark ettirmeden bir grubu haklamamız imkânsız.” Onlar düşünürken gözlerimi sağ taraftaki üç adama çevirdim. Bir metre uzaklıktaki duvarda pencere olduğunu görünce onlara pencereyi işaret ettim.
“Tamam!” dedi Seth. “Derin, sen burada kalıyorsun. Xander, sende onunla kal. Tess, sende benimle pencereye geliyorsun. Biz pencereden sessizce geçince Derin sen aynı anda silah kullanabilir misin?” başımla onayladım. “Sol eline uyuşturucu silahını al birine sıkıp diğerini öldürmek zorundasın ve Xander! Sen de Derin onları vururken diğer ikisini vuracaksın! Ama sadece bizi bekleyin! Aynı anda hareket edeceğiz!”
Duvara yaslanıp Seth ve Tess’in arkasından bakmaya başladık. Görüş açımızdan çıktıklarında ise kafamı kapıdan içeriye uzattım. Bekledim. Bekledim ve bekledim. Tam Seth, penceren görüş alanıma girmişti ki dışarıdaki hoparlörden alarm sesi yankılanmaya başladı.
“NELER OLUYOR!” dedi adamlar ve hızla duvara yaslanıp kapıdan uzaklaştım.
“Lanet olsun!” kulaklıkta yankılanan Tiffany’nin sesiydi. “Görüldüm ve adam haber vermiş olmalı! Adamı öldürdüm. Ama geç kalmış olmalıyım.”
“Saldırıya geçin!” dedi Seth ve anında silahımı alıp kapıdan gizlenerek bir kişiyi vurdum. Ama diğerleri anında silahlarıyla ateş etmeye başladı. Xander ve ben kapıdan onlara ateş ederken Seth ve Tess’te arkadan dolanıp onlara ateş etti. Hepsi öldü diye tam sevinirken bahçe birden adamlarla dolmaya başladı.
“SİKTİR!” dedi Xander ve beni kolumdan yakalayıp içeriye atıp kapıyı kapattı. “Dışarıda adam kaynıyor!” dedi. Seth, bir küfür savurdu.
“Ben adamı kaçmadan yakalamaya gidiyorum. Siz üçünüz şu adamlarla uğraşın!”“SETH!” diye bağırdım. “Tek gidemezsin!” bana uzun uzun baktı. Ama sonra hızla antrenin arkasına dalıp gözden kayboldu. Korkuyordum. Ama yapmam gerekeni yapmak zorundaydım. Silahımı doğrulturken, “Hazırsanız başlayalım!” dedim. Xander, kapıyı açtı ve gelen adamlara kurşun yağdırmaya başladık. Xander, duvardaki dolabı itikleyip önümüze düşmesini sağladı. Sonra da atlayarak yanımıza geldi. Adamların göğsüne sıktığım her kurşun adresini buluyordu. Ama onlarda kapının yanına saklanıyor ve bize ateş ediyordu. Resmen silahların altında duruyor ve korkusuzca ateş ediyordum. “Beni koruyun!” dedim ve yerde sürünerek pencerenin olduğu yere gittim. Tess ve Xander ateş etmeye devam ederken ben pencereden atlayıp duvara sırtımı yaslayarak öne doğru yürümeye başladım. Yerde iki adam yatıyordu. İyi! Ama dört adam hala kapıdan içeriye ateş atıyorlardı. Bir tanesi bileğinden vurulunca saklanmaya devam etti. Kıvranıyordu. Kaldı üç! Biraz daha yaklaşıp yere yattım. Silahı doğrulttum ve ateş etmeye başladım. Biri devrilince diğer üçü bana doğru döndü. Ama anında geriye çekildim. Pencere koşup içeriye atladım. Pencerenin altında yere yatıp “Xander! Pencere!” diye fısıldadım mikrofona. Xander ve Tess anında pencereye döndü ve ateş etmeye başladı. Bende duvardan kapıya doğru gitmeye başladım. Kapıdan çıkıp tam pencerenin oradaki adamları arkadan vuracaktım ki bir namlu alnıma dayandı. Gözlerimi kaldırdığımda bileğinden vurulan adam olduğunu fark ettim. Bu içime su serpmişti. Gözlerimi işaret parmağına diktim. Hareket ettiğimde yeterince hızlı davranabilirsem eğilip kolunu yakalayabilir ve onu öldürebilirdim.
İşaret parmağı hareket ederken biraz daha hareket etmesini bekledim ve tam zamanında eğilip adamın kolunu tutup döndürdüm. Dizimi dirseğine geçirdim. Bir kıt sesiyle adam haykırmaya başladı. Ama sıktığım kurşunla sustu. Çünkü tam beyninden vurmuştum. Arkamı döndüğümde Tess’in bana şok olmuş şekilde baktığını gördüm.
“Hepsi öldü mü?” dedim ve Tess hala yaptığım hareket karşısında şok olmuş bana bakıyordu. Kafamı sallayarak Seth’in gittiği yöne doğru koşmaya başladım. Antrenin arkasına geçtiğimde ayağıma yerdeki bir ceset takılınca düştüm. Ama Xander beni kaldırdı ve ölü bedenleri takip etmeye başladık. En üst kata gitmeden önce bir grup adamla daha karşılaştık. Bunlar buraya yeni gelmiş olmalıydı. Çünkü yerdeki ölüleri kontrol ediyorlardı.
“Altı kişiler.” Dedi Xander ve o sırada arkamızda bize katılmış olan diğer takımı da görünce rahatladım. Ama Seth’in bağırma sesini duyunca bende bütün algılar kapandı. Silahımı doğrultup duvardan uzaklaşıp ateş etmeye başladım. “DERİN!” diye bağırdı Xander. Ama umurumda değildi. Seth zor durumdaydı. Benim bu halimden dolayı diğerleri de ateş edince kurşunu biten silahımı fırlatıp koşmaya başladım. Etraftaki sesler boğuklaşmış ve hissettiğim tek şey yere vuran postallarımdı. Allah’tan ekibim beni koruyordu. Altı adam ölünce onlarda arkamdan gelmeye başladı. Ama ben uyuşturucu silahını alıp çift kanatlı kapıyı hızla açarak içeriye girdim ve silahı içerideki yanık suratlı adama doğrulttum. Seth ise yerde kanlar içindeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatımı Geri Verebilir Misin? (Komando Serisi-ll-)
Romance"SETH!" diye bağırdığımda ağaçların dallarındaki kuşlar uçtu. Olduğum yerde dönüp etrafa daha da odaklanmaya çalıştım. "SETH! Neredesin?" Ses gelmeyince koşmaya başladım. Ayaklarım her toprağa vuruşunda kalbimin atışı gibi kulağımda yankılanıyordu...