California

53 7 0
                                    

8 Eylül 2016
ABD/California
17.00

İki saat on dakika uçuştan sonra çekçek bavulumuzla el ele Seth’le havaalanından çıkıp bizi bekleyen arabanın yanına gittik. Seth’in çağırdığı adamdı bu ve Seth’in arabasını getirmişti. Araba mükemmeldi. BMW i8!

Adam anahtarı Seth’e verip selamlaştılar ve adam topuklarının üstünde dönüp uzaklaştı. Seth, anahtarın üstünde bir düğmeye dokunduğunda kapıların ikisi aynı anda yukarıya doğru açıldı ve bu mat siyah araba şimdiden benim aşkım olmuştu.

“İyi misin?”

Kesinlikle! Ama bunu söylemek yerine üstümdeki kıyafeti gösterdim. “Fazlamı abartılı olmuşum?” gözlerini takip ederek bende üstüme baktım. Siyah bedenime ikinci deri gibi yapışan yakasında siyah dantelleri olan bir askılı badi ve belden aşağıya doğru kloş etek olarak mini kırmızı eteği giymiştim. Altında da topuklu siyah süet çizmelerim vardı. Saçlarımı dağınık topuz yapmış kırmızı top küpelerimi takmıştım. Makyajımı siyah gölgeli yapmıştım ve narçiçeği ama çok cart olmayan rujumu sürmüştüm. Evden çıkmadan öncede yüz kere kontrol etmiştim. Uçakta bozulmuş diye inmeden öncede aynayla kontrol etmiştim. Bana göre göz kamaştırıcı olmuştum. Ama Seth’ten de duymak istiyordum.

“Mükemmelsin, sevgilim! Hem de şuanda bütün erkekler sana bakıyor ve katil olmamı istemiyorsan hemen o mükemmel kıçını koltuğa koyda gidelim!”

Etrafa bakındığımda zenci bir adamın beni süzdüğünü fark ettim. Anından arabaya bindim ve kemerimi bağladım. Seth’te arabaya binince hızla oradan uzaklaştı. Bende siyah çantamı açıp aynadan yine kendimi kontrol ettim. Sonra parfümümden sıkıp rahatlamak ve heyecanımı atmak için elimle yüzümü yelpazelemeye başladım.

“Şimdi öleceğim!” dedim.

Seth, gözlerini kısa süreliğine bana çevirip yola geri odaklandı. “Sorun yok, bebeğim! Rahat ol ve sakın kendini kasma. Seni doğal halinle çok sevecekler ve inan bana seni sevmeyen yoktur bu dünya da!”

“Tiffany benden nefret ediyor.” Dedim gülerek.

“Ah, şey o bir istisna!”

“San Francisco!” dedim uzatarak. Çünkü Seth’in ailesi burada, San Francisco’da oturuyordu. Birden içimi kocaman bir mutluluk kapladı. Hayatım boyunca geçmek istediğim köprüden geçmek istiyordum. “İnanamıyorum! Golden Gate Köprüsünden geçecek miyiz?”

“Dairenin salondaki manzarası Golden Gate Köprüsüne bakıyor desem ne derdin?” yerimde sıçradım ve az kalsın kendimi kemerle boğuyordum. Kahkaha atıp ayağını biraz daha gaza dayadı. “Bu gülümsemen için dairenin manzarası orası bile olmasa ailemi derhal o manzaraya yakın yere taşırdım. ‘Ora En Paz, Fierro En Guerro!’”

“Barışta altın, savaşta demir!” dedim. Sloganı biliyordum. Seth dönüp bana bakıp gülümsedi.

“Bazen senin yanında kendimi kötü hissediyorum.” Başparmağını direksiyona birkaç kez vurdu. “Keşke Türkiye hakkında bende bir şeyler biliyor olsaydım. Bu arada o salondaki manzara üçüncü gördüğüm güzel manzara olacak.” Utanarak gülümseyip başımı öne eğdim. Ama uzanıp elimi tuttu ve dudaklarına götürdü. “Golden Gate köprüsü bulunduğumuz yere yirmi mil uzaklıkta yani yaklaşık yarım saat. Ama bu trafiğe göre uzayabilir.”

“Sorun değil. Ben şuanda şehrin büyüsüne çoktan kapıldım bile. Özellikle bu mükemmel adamla yolculuk beni hiçbir zaman sıkmadı, sıkmayacakta!”
ж
Seth, arabayı kapalı otoparka park ettiğinde derin nefes aldım. Gelmiştik! Seth, arabadan inip bagajı açıp iki küçük çekçek bavulu çıkarırken ben de açık kapıdan indim. Çantamın omzumdaki zincirine sıkıca yapıştım. Ölmem an meselesiydi. Seth, düğmeye basıp kapıların kapanması bekledi ve sonra da kilitledi. Uzanıp bavullardan birinin kulpuna uzandım ve parmaklarımı Seth’in parmaklarına doladım. Karnımda kelebekler uçuşuyordu ve sanki her adımda geri geri gidiyordum.

Otoparktaki asansörü çağırdığında ise kusacakmışım gibi oldum. Ama çaktırmıyordum. Hayatımda hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyordum. Alt dudağımı ısırmaya başladığımda ise Seth, kaşlarını çattı.

“Yara yapacaksın, kes şunu bebeğim!”

Dudağımı serbest bıraktım ve çınlayarak açılan kehribar rengi asansörün içine girdim. Asansörde müzik çalıyordu. Bu beni gülümsetti ve biraz rahatlattı. On birinci kata geldiğimizde indik ve uzun koridorda ilerleyip bordo çelik kapının önünde durduk. Kapının üstünde Noel Baba sepeti asılıydı. Bu beni gülümsetti. Seth, uzanıp kapının ziline basınca birkaç saniye bekledik. Kapıyı siyah upuzun saçları ve masmavi gözleri olan benim boyumdan biraz daha kısa olan bir kız açtı.

“SETİE!” diye bağırarak Seth’in boynuna atladı ve ona sımsıkı sarılıp abisini öpücük yağmuruna tuttu. Kız en fazla on beş yaşında olmalıydı. Geri çekilince kız bana döndü. “Lanet olsun!” dedi gözlerini büyüterek. “Sen düşündüğümden daha güzel çıktın! Çok seksi!”

“Lisa!” diye uyardı abisi. Ama o şımarık bir şekilde omuz silkti ve geçmemiz için kenara çekildi. Salona girene kadar beni tepeden tırnağa süzdü. Salona girdiğimizde ise büyük bir kalabalıkla karşılaştık. Ama görüş alanıma bakır kızılı saçları olan ve bal rengi gözleri olan ellili yaşlarında bir kadın girdi. Kadın incecikti. Üstünde çimen yeşili bir kalem eteği olan elbise vardı. gülümseyerek bana yaklaştı ve kollarını açıp bana bir anne sevgisiyle sarıldı. Geri çekilip bana upuzun baktı ve tekrar sarıldı. Nihayet beni bıraktığında kendimi daha iyi hissettim. Yanlış anlamayın! Sarılması çok hoşuma gitmişti. Mutlu olmuştum. Ama çok utanmıştım.

“Sen harikasın, hayatım!” dedi kadın bana. Ellerini göğsünde birleştirmiş tutuyordu. “Gerçekten çok güzelsin!”

“Teşekkürler!” dedim gülümseyerek. Kadın sonra oğluna döndü ve ona kızarak baktı.

“Böyle bir kızla bir senedir tanışıyorsunuz ve sen bana bir sene sonra getiriyorsun, Setie! Bu asla affedilemez bir şey!” O sırada yanımızda Lisa’nın büyük versiyonu kucağındaki kıvırcık saçlı bebekle yanımıza geldi.

“Seth, zincirlerini kırmışsın! Ama kırman için harika bir sebep olduğunu görebiliyorum.” Kız elini bana uzattı. “Ben Emma!”

Anında elini sıkıp gülümseyerek “Derin!” dedim. Kadının peşinden on yedi yaşlarında Seth’in tam zıttı olan bir çocuk fırladı ortamıza. Üstünde v yaka düz siyah bir penye ve daracık pantolon vardı. Spor ayakkabısı ise mükemmel duruyordu. Saçları kumral ve diken dikendi. Elimi tutup dudaklarına götürdü.

“Ben Steve!”

Gülümseyerek karşılık verdim ve onun bir değişik modeli olan bir adam daha geldi. Bu sanırım pilot olan kardeşiydi. Kafam allak bullak olmuştu ve artık takip edemiyordum. Adamın üstünde kot gömlek ve aynı renkte pantolon vardı. Ayağında da hardal sarısı botları vardı. Buda kumral kıvırcık saçları ve bal rengi gözleri olan biriydi. Seth içlerinde en yakışıklı olandı. Ama Lise ona benziyordu.

“Draw!” o da elimi tutup dudaklarına götürdü.

“Memnun oldum!” dedim. Tam bitti diye seviniyordum ki kıvırcık siyah saçları olan ve ela gözleri olan benden biraz uzun olan bir kız zarif bir şekilde yanıma geldi ve bakımlı ellerini uzattı.

“Olivia! Bunların hepsi sana pat diye tanıttı kendini. Senin için ne kadar zor anlayabiliyorum. Ama sen şimdi benim tavsiyeme uy.” Kucağında bebeği olan Emma’yı işaret etti. “Em, en büyüklerimizdir ve otuz iki yaşında. Draw, onun bir küçüğüdür ve otuz yaşında! Ben yirmi sekizim ve Seth’i biliyorsundur zaten. Steve on sekiz oldu. Lisa’da on altı.”

Gözlerimi kısarak sırayla gösterdim. “Emma, Draw, Olivia, Steve ve lisa!” dedim gülümseyerek. “O kadar da karışık değil. Sanırım hafızam kuvvetli.”

“İngilizce telaffuzun biraz tuhaf.” Dedi Emma. “Nerelisin?”

İşte en korktuğum kısım. “Ben, Türkiye’den geldim ve İstanbul doğumluyum. Yirmi bir yaşındayım.” Diye anında kendimi tanıttım. “Seth’in söylemediğini anlamıştım!” dedim. Hepsi gözlerini açmış bana bakıyordu. Sanırım beni nasıl kovacaklarını düşünüyorlardı ve ben şuanda kalpten gitmek üzereydim. Alt dudağımı ısırmaya başladığımda ise hepsi gülmeye başladı.

“Türk kızlarının güzel olduğunu duymuştum. Ama bu kadar da tahmin etmiyordum.” Dedi Olivia. Anında rahat bir nefes alıp gülümsedim. Neyse ki annesi bizi yemek masasına yönlendirerek tanışma faslından kurtulduk. Seth, elini belimin çukuruna koyup beni yönlendirdi. Sandalyemi çekip otururken annesi onaylayarak baktı. Seth’te gülmeye başladı ve yanımda yerini aldı.

“Bu biraz ani olacak ama…” dedi kadın. “Yüzüğü onaylamam gerekiyor. Eğer taşı küçükse onun kafasına fırlatacağım o taşı!” dedi kadın ve yüzüğü çıkarıp kadına uzattım. İnceledi ve gözlerini oğluna kaldırdı. Seth, yiyeceği azarı bekliyormuş gibi kaşlarını çatmıştı. “Aferin, Setie!” yüzük elden ele dolanıp bana geri geldiğinde birkaç dakika kesinlikle geçmişti. Parmağıma geçirdim ve ortadaki yemeklerden –ne oldukları hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu- azar azar tabağıma koydum. Draw ise bardaklarımıza beyaz şarap koydu.

“Düğün hakkında bir plan yapmamışsınız, annem öyle söyledi. Ne planlıyorsun Derin?”

Çatalımdakini ağzıma atıp çiğneyip yuttum. “Ben aslında bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Yani Seth ile bu konu hakkında biraz konuştuk. Ama eğer size de uyarsa bana yardımcı olmanızı isterim.”

“HARİKA!” dedi Ashley. “Bende sana bunu teklif etmek istiyordum. Ama belki bunu kendi annenle yapmak istersin diye düşündüm.” Deyince anında yüzüm asıldı ve başımı öne eğdim. “Çok üzgünüm!” dedi kadın panikle. “Bir pot falan mı kırdım?”

Kendimi gülmeye zorladım. “Annem beş sene önce…” ne diyecektim? Suikastta mı öldü? Trajedi bir kaza sonucu mu öldü?

“Derin’in babası İstanbul’da ünlü bir iş adamıydı.” Dedi Seth beni bundan kurtararak. “Babası ile Dom sayesinde tanıştık. Adamın düşmanları vardı ve beş sene önce karısını suikastta kaybetmişti. Aynı adamın Derin’in peşine takıldığından dolayı da Dom’a en iyi iki adamı yollamasını söylemiş. Dom’da beni ve Danny’yi yolladı. Dokuz ay öncede aynı adam Derin’e ulaşamadığı için babasını vurdu. Şimdi şirkete Derin başa geçti. Yani ne annesi ne de babası! Derin tek başına ayaklarının üstünde duran bir kız.”

Elini masanın altından bacağıma koyup iyi ol, der gibi yukarı aşağı hareket ettirdi. Hepsi, üzgün bir şekilde bakıp yemeklerine odaklandılar. Sanırım diyecek bir şey bulamıyorlardı. Ama sonra kadın ağzındakini yutunca “Yaşadıkların için üzgünüm, tatlım. Keşke Seth bunu bize daha önce söyleseydi de böyle tatsız konuşma olmasaydı. Ama merak etme! Artık bizde senin aileniz. Sana her konuda yardımcı olurum. Gelinlik için seni en yakın arkadaşıma götürürüm. O buranın en ünlü gelinlik tasarımcısıdır.” Dedi. 

“Çeyizi de kesinlikle benim yardımımla yapıyorsun!” dedi Olivia heyecanla. “En seksi gecelikleri nereden alacağını biliyorum!” dediğinde neredeyse boğuluyordum. Hemen kadehime uzanıp birkaç yudum aldım. Ama bu cümleye bu tepkiyi veren tek kişi bendim. O yüzden ayak uydurmam gerekiyordu.

“O zaman kesinlikle seninle yapıyorum!” dediğimde ise Steve öksürmeye başladı.

“Oha!” dedi Steve. “Setie şanslı herifin teki!” Seth, peçeteyi buruşturup kafasına attı. “Hadi ama Setie!” dedi Steve. “Draw’de şuanda seni kıskanıyor. Bundan adım gibi eminim!” bu sefer öksürme sırası Draw’e gelmişti. Seth, dişlerini sıkıp çatalını daha sıkı tuttu ve bacaklarını titretmeye başladı. “Oha!” dedi Steve yine. “Seth sevgilisini ciddi anlamda kıskanıyor. Şuna bir bakın hele! Masayı devirecek.”

“STEVE!” diye bağırdı annesi.

“Ben maalesef ki Georgia’da oturuyorum. Annem beni iki gün önce arayınca günümü ayarladım ve buraya geldim. Ama yarın akşam geri dönmek zorundayım. Becca’yı dadısıyla bıraktım ve onu başkasında bırakmak hoşuma gitmiyor.”

“Hiç sorun değil!” dedim gülümseyerek. Mama sandalyesindeki güzeller güzeli bebeği gösterdim. “Kaç yaşında?”

“İki buçuk oldu! Bu bizim prensesimiz Kim. Eğer bale kursu olmasaydı Becca’da burada olacaktı. Seninle tanışamayacağı için çok üzgündü. Ama dayısını seni bize getirmesi için ikna edeceğine söz verdim. O da yedi yaşında.”

Bakışlarımı Seth’e çevirdim. “Duydun mu, koca adam? Yeğenine beni götürecek misin?” Koca adam lafımla herkes kahkahayı basmıştı. Seth bile kıkırdıyordu.

“Tabii ki de duydum. En yakın zamanda bunu gerçekleştireceğim. Seni o küçük cadıya götüreceğim.” Kadın nüfusu bize bakıp iç çekti. Bu da anında utanmama sebep olmuştu. O yüzden yemeğimden yemeye başladım. Masadakiler bir süre konuşmadı. Ama kadınlar gülen bakışlarla hep beni süzüyordu. Sanırım sevilmiştim.

“Fiziğine bayıldığımı söylesem aptal gibi görünür müyüm?” diye sorup sessizliği bozan Lisa’ydı. “o ince ve düz bacakların o kadar seksi ki, benim bile sana yürüyesim geldi!” Seth, yutkunuyor olmalı ki kardeşinin cümlesiyle bir öksürmeye başladı. Korkuyla su koyup ona uzattım.

“Seth, iyi misin?”

Seth, içi yanmış gibi bir bardak suyu bir dikmeye bitirdi ve hançer fırlatan gözlerini kardeşine dikti. “İyiyim!” dedi dişlerinin arasından ve kumaş mendili alıp ağzını sildi. “Sayenizde doydum!” deyip ayağa kalktı ve köşedeki kemerden geçip gözden kayboldu.

Hayatımı Geri Verebilir Misin? (Komando Serisi-ll-)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin