Babasının onu salona götürdüğü ilk günü hatırlıyordu da korkmasına rağmen kendini heyecanlanmaktan alamamıştı. Hele babası ona beyaz dabokunu giydirdiğinde ve beyaz kuşağını bağladığında küçük kalbi pır pır etmişti. Amca Kim yanına gelmiş ve başını okşayarak 'babasının kızı' olduğunu söylemişti. Bu Ha Neul için gururlanılacak bir şeydi çünkü babası dünyadaki en güçlü adamdı onun için. Daha beş yaşında olsa da zamanla en az babası kadar iyi olmak istiyordu.
Tekvandoyu seviyordu. Özellikle hareketleri iyi yaptığında ustasının onu alkışlaması onu mutlu ediyordu. Arada babasını da izlemeye gidiyordu Ha Neul. Babası milli takımda olduğundan çok sıkı çalışıyor, gününün çoğunu spor salonunda geçiriyordu. Onun tekmelerini, havada ki taklalarını hayranlıkla izliyor, küçük bedeniyle babası kadar yukarı zıplamaya çalışıyordu. Onun bu azmini gören Amca Kim ise onu takdir ediyor ve en az babası kadar iyi bir sporcu olacağını söylüyordu. O da babasını gururlandırmak istediğinden tekvandoya dört elle sarılıyordu.
Zaman geçtikçe annesi ve babası da fark etmişti bu durumu. Kızları yine eskisi gibi enerjik hallerine geri dönmüştü. Yine sürekli konuşuyor, derslerine çalışıyor ve arkadaşlarıyla iyi geçiniyordu. Bayan Hanla olan seansları bile iki hafta da bire düşmüştü ve o bile Ha Neul'un bu kadar ilerlemesini takdir ediyordu. Ödevlerini zamanında yapıyor, annesi yemek hazırlarken kardeşini oynatıyordu.
Babası bir oyun bile bulmuştu hatta. En çok da bunu seviyor, günün bitmesi için sabırsızlanıyordu Ha Neul. Yemeklerini yedikten sonra salondaki küçük masanın etrafına oturuyorlar, tatlı yerken veya bir şeyler içerken günlerini anlatıyorlardı. Başlarından geçen olayları yorumluyorlar ve ne hissettiklerini söyleyip duygularına puan veriyorlardı. Kim duygularını, düşüncelerini en iyi anlatırsa oyunu o kazanıyor, ay sonunda hedeflenen puana ulaşırsa istediği bir şey alınıyordu. Ha Neul bu oyunu kazanmak istediğinden her bir detayı atlamadan anlatıyor, dürüstçe duygularını söylüyordu. Çok öfkeli, üzgün olduğunda bile durum değişmiyor, ailesine anlatıyordu.
Zaman böylece akıp gitti. Ha Neul ilkokulun son yılında on iki yaşında milli takıma seçildi. Yıldızlar takımında müsabakalara katılıyor, yüksek puan almak için kendini paralıyordu. Çünkü ailesi onu her maçında izliyorlardı ve kaybederse bunu kaldıramazdı. Özellikle ülkesine altın madalyalarla dönen babasıyla kıyaslanıyorken. O kadar hırslıydı ki ne kadar yorgun olursa olsun antrenmanını yapmadan uyumazdı. Gerginlikten müsabakanın olacağı o günün gecesinde gözüne uyku girmez babasına duyurmadan odasında hareketlere çalışırdı. Babası bir sporcunun iyi yemek yediği gibi uykusunu da aksatmamasını söylerdi. Bu yüzden kızı aşırıya kaçtığında onu durdururdu.
Ha Neul için ise spor kendini kanıtlayabildiği tek şeydi. Başarılarıyla okulun gözdesiydi. Çoğu öğrenci ona hayranlık duysa da azımsanmayacak kadar hoşlanmayanda vardı. Ne zaman yanlarından geçse ileri geri konuşanlar olur, Ha Neul bunu kafasına takmazdı ama konu babasına uzanınca öfkesine hakim olamıyordu. Bir keresinde babasının şike yaparak kazandığını söyleyen bir öğrenciye neredeyse vuracaktı ama takımda kalabilmesi için kavgadan uzak durmalıydı. Bu yüzden sadece tehdit etmekle yetinmişti. Bu zaafını gören bazıları ise her fırsatta babasıyla ilgili rahatsız edici şeyler söylemekten geri kalmıyorlardı. Ha Neul ise biriken öfkesini daha fazla çalışarak atıyor, babasının canı sıkılmasın diye olanları anlatmıyordu. Ailesini gururlandırdığı sürece gerisinin önemi yoktu onun gözünde.
Ne yazık ki uçurumun kenarında olduğunu bilmiyordu. Boşluğa ilk adımını kendisinin atacağını da. Düşecek ve hayatı tepetaklak olacaktı. Eğer Ha Neul'e geçmişe mi geleceği mi gitmek istediğini sorsalar şüphesiz son maçının tarihini düşünmeden cevap verirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Y KARAKTERİ
General Fiction'Her insan kendi hayatının başrolünde oynuyor' demiş bir yazar. İlk okuduğum da küçük zihnimi çok etkilemiş ve gözlerimin içi parlayarak ana karakter olmamın verdiği haklı gururla göğsümü gere gere dolanmıştım. Lakin işlerin hiçte böyle olmadığını z...