"Felsefe ve mitolojiyle ilgilenmeye nasıl başladın?" diye sordu masaya oturduğumuzda. Gözleri yine araştıran bir ifadeyle üstümdeydi. Rahatsız olmuşçasına kıpırdandım.
"Her böyle baktığında kendimi deney faresi gibi hissediyorum" dedim dürüst davranarak. Madem arkadaş olmaya karar vermiştik ikili oyunlara yer yoktu. Gözlerini kırpıştırdı ve dediğimi iki saniye düşündü.
"Sadece ilginin kökenini merak ettim. Fazlasını değil." Duraksadı ve gülümsedi. "Cevap vermek zorunda değilsin" diye devam etti. Kısa süren sessizliği bölmek için boğazımı temizledim.
"Eskiden küçük bir ikinci el kitapçıda gönüllü çalışırdım. Oranın sahibi Bay Choi bana okumam için kitaplar verirdi ve sonunda beraber tartışırdık. Ondan çok şey öğrendim" dedim eski hatıraların getirdiği buruklukla gülümserken. Bay Choi iyi bir insandı. Bana tahammül edecek kadar hem de. Ama annemden kısa süre sonra o da vefat etmişti ve şimdi o küçük kitapçının yerinde 7/24 açık bir yemek yeri bulunuyordu. Boğazıma oturan yumruyu yutkunarak geçiştirmeye çalıştım.
"Hep burada mı takılıyorsun?" diye sordum konuyu benden uzaklaştırmak için. Daha fazla konuşmak istemediğimi anlamış olacak ki üstelemedi. Kollarını masanın üstüne koyarak birleştirdi. Gözleri sanki ilk defa buraya geliyormuş gibi merakla odayı inceledi. En sonunda bana bakarak omuz silkti.
"Burası sessiz ve sakin. Yani okulun geri kalanının tam zıttı. İstemediğim yüzlere maruz kalmaktansa burada kitabımla ve kodlarımla yalnız olmayı tercih ediyorum" dedi kitabına ve orada yeni gördüğüm bilgisayarına hafifçe vururken.
"Kodlarım mı?" dedim merakla. İlgim hoşuna gitmiş olacak ki hevesle açıklamaya koyuldu.
"Evet" dedi heyecanla kafasını sallarken "Şuan üzerinde çalıştığım bir oyun var. İleride oyun geliştiricisi olmak istiyorum. Belki bir oyun şirketi bile açabilirim" dedi tutkuyla devam ederken. Gözleri pasparlak ve kendinden emindi. Şimdiden ne istediğini biliyor ve ona göre yönünü çiziyordu. Onca yaşadığı zorluğa rağmen.
"Peki sen" dedi merakla "oyun oynar mısın?" evet dememi bekliyor gibiydi.
"Eskiden oynadığım bir iki oyun vardı ama şimdi oynamıyorum." Dedim omuz silkerken. Her genç gibi bende oyunlara bir dönem bağımlıydım ama şimdi yeni çıkanları bırakın oynamayı adlarını bile bilmiyordum.
Bariz bir merakla "İstemediğinden mi yoksa mecburiyetten mi bıraktın?" diye sordu.
"Ders çalışmam gerekiyordu ve oyunlar zamanımın çoğunu kaplıyordu. Ben de bir seçim yaptım" dedim beklemediğim bir ciddiyetle. Sanki mavi hap mı kırmızı hap mı sorusuna cevap vermiştim.
Kafasını salladı tanıdığı bir durumun bilmişliğiyle. Ayağa kalktı sonra. Tavana kadar dizili sıraların olduğu yere giderken takip etmemi de söylemeyi ihmal etmedi. Ben de peşinden meraklanarak gittim.
Beni çok az şeyin şaşırtabileceğini düşünürdüm ama sıraların ardına kurulmuş oyun alanı bunlardan biri değildi demek ki. Şaşkınlıkla geniş masa da bulunan üç ekrana, renkli ışıklar saçan kasaya ve büyük oyuncu koltuğuna bakakaldım. Etrafına ise küçük puflar konulmuştu. Küçük bir alandı ama gizli ve rahat olması çekici tarafıydı.
"Okul buna nasıl izin veriyor?" demekten alamadım kendimi.
"Bu oda gibi bunu da bilmiyorlar." Dedi omuz silkerken.
"Ayrıca tüm bu parçaları nasıl toplayabildin?" dedim klavyeye dokunurken.
"Bu konu da hepimiz bir şeyler kattık" dedi fazla detaya inmeden. Kafamı sallamakla yetinip fareye dokundum yavaşça. Ekran parlayarak açıldı ve 6 karakter anında tüm ekranları kapladı. Yan yana büyük pembe bir ağacın altında duruyorlardı. Dalları çiçekleriyle üstlerine adeta kubbe yapmıştı ve animasyonu o kadar iyiydi ki yaprakların usul usul dalgalandığını görebiliyordunuz. Karakterler değişik kostümlere, yüzlere ve silahlara sahip olsa da kim oldukları bana göre apaçık ortadaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Y KARAKTERİ
General Fiction'Her insan kendi hayatının başrolünde oynuyor' demiş bir yazar. İlk okuduğum da küçük zihnimi çok etkilemiş ve gözlerimin içi parlayarak ana karakter olmamın verdiği haklı gururla göğsümü gere gere dolanmıştım. Lakin işlerin hiçte böyle olmadığını z...