Birkaç gün Önce
Gecenin ilerleyen saatlerinde mahallede bir gürültü koptu. İnsanlar yataklarından korkuyla fırlarken çoğu sokağa dökülmüştü bile. Bunlardan biri de yaşlı Bay Sangdı. Emekli askerdi ve alışagelmiş alışkanlıkları peşini kolay kolay bırakmıyordu. Yine sabahın beşinde uyanmış ve her zaman yaptığı gibi gün doğumunu izlemek için balkona çıkmıştı. İşte olaya o anda şahit olmuştu. Hemen karşı da bulunan spor salonunun bazı kişilerce camları parçalanmış ve ateşe verilmişti. Kahkahaları ve motosiklet sesleri şaşkınlığına karışmış ama keskin gözleri plakaya kilitlenmişti. Ne yazık ki karanlık ve yaşlılığın getirmiş olduğu çürüme engel olmuştu. Polisi ve itfaiyeyi aramış ardından çevikliğinden ödün vermeyerek dışarı fırlamıştı. Yanan salonun üstünde üç kişilik bir ailenin oturduğunu biliyordu. Hatta baba salonu işletiyordu ve iki kızı vardı. Kendisine her sabah selam verir ve yardıma ihtiyacı olan mahalleliye her daim yardım ederdi. İri cüssesinin altında iyi bir yüreği vardı.
Nitekim kapıya vardığında o çoktan aşağıya inmişti. Kendi imkanlarıyla yangını söndürmeye çalıştığını görebiliyordu. Kendi gibi birkaç insanda toplanmış ve söndürme tüpleriyle müdahale ediyorlardı. İtfaiye geldiğinde oldukça yorgundular.
Kısa sürede söndürülen ateş yerini küle ve dumana bırakmıştı. Salonun beyaz duvarı isle kirlenmiş, yeşil tabelası kararmıştı ve kırmızıyla yazılı çirkin harfler yangının ulaşmadığı yerde kendini belli etmişti. Polisler ifadeleri alıyordu ve işe salonun sahibiyle başlamışlardı. Kafa karışıklığı ve öfkeyle kararmış yüzünü sıvazladığını gördü Bay Sang. Görgü tanığı olarak başka bir polis memuru tarafından çağrılınca yerinden doğruldu.
"Bunu onlara ödeteceğim." Sesi duymasıyla ani refleksle arkasına baktı. Nefret dolu bu söylem savunmaya geçmesine neden olmuştu. Öyle bir kin akıyordu ki sanki onu sarıp sarmalayacak ve boğacaktı. Genç bir kız arkasında ayakta duruyordu. Tanıyordu bu kızı ailenin en büyük kızıydı. Hala liseye gitmesine rağmen babasıyla salonu işletiyordu. Birkaç kere dersine denk gelmişti ve yetenekliydi. O da babasına yardım etmiş olacak ki üstü başı is içindeydi. Ona rağmen alev alev yanan gözleri yorgunluk emaresi göstermiyordu. Dudakları dişlemekten kanıyor, yumruk yaptığı ellerini daha da sıkarak bembeyaz kesilmesine neden oluyordu. Gayri ihtiyari bakışlarını takip etti. Herhangi biri onun kararan kapıya baktığını ve üzüntüsünü öfkeyle bastırdığını düşünebilirdi. Tıpkı Bay Sangın dikkati olmasaydı düşünebileceği gibi. Ama o kapıya bakmıyordu ne de kırmızı tehdide. Bakışları duvarın köşesine çizilmiş bir şeklin üzerindeydi. Bir orağın.
Dördüncü katın koridorunun sonunda müzik odasının önünde gergince dikiliyordum. Onun kapıyı bir an önce açmasını diledim içten içe yoksa her an arkama bakmadan gidebilirdim. Bir anlık aldığım pervasızca karar şimdi beni geri dönülemez bir yola sokmak üzereydi. Biliyordum ki bu kapıdan girdiğim an da fırtınaya tekrar tutulacaktım ve bu sefer gemim batabilirdi. Buz dağı gittikçe yaklaşıyordu ve ben o kaçınılmaz sonu ortadan ikiye bölünmeyi göze alıyordum.
Kapının kolunu sertçe kavrayarak açtı. Hayatın iki kapısı olduğu söylenir. Yaşam ve Ölüm. İşte dedim kendi kendime benim ikinci kapım bu.
Ne beklediğimi bilmiyordum. Fakat sessiz ve günlük güneşlik bir sınıf beklemediğim kesindi. Hiç kullanılmayan bu kısım beklenilenin aksine tertemizdi. Sıralar düzgünce üst üste konup sıralanmıştı ve ortada kocaman bir piyano bulunuyordu. Hemen arkasına büyük uzunca bir masa yerleştirilmiş sandalyeler itinayla dizilmişti. Duvarın köşesine kitaplar yığılmıştı ve çizimler aralarından sarkıyordu. Masa oyunları, boyalar, oyun konsolları ve inanır mısınız küçük penguen şeklinde buzdolabı bile vardı. Sıcak, yaşanılabilir hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Y KARAKTERİ
Narrativa generale'Her insan kendi hayatının başrolünde oynuyor' demiş bir yazar. İlk okuduğum da küçük zihnimi çok etkilemiş ve gözlerimin içi parlayarak ana karakter olmamın verdiği haklı gururla göğsümü gere gere dolanmıştım. Lakin işlerin hiçte böyle olmadığını z...