Siyah yas elbisesinin kuşağından çıkan iplik görebildiği tek şeydi. Ne zaman kafasını kaldırsa annesinin beyaz çiçeklerle sarmalanmış resmini görüyor ve hemen kafasını eğiyordu. İnsanlar fotoğrafın önünde yerlere kadar eğiliyor, yanlarında duran babalarına üzgün yüzlerle bir şeyler söylüyorlardı. Sonrada kardeşiyle ona acımayla bakıyorlar ve ahlı vahlı konuşuyorlardı.
Annesinin öldüğünü biliyordu ama ağlayamıyor, konuşamıyordu. Tüm uyuşukluk bedenine yayılmıştı. Kardeşi ise onun yerine de ağlıyor bir dakika bile susmuyordu. En sonunda dizine yatıp uyuya kaldığında susabilmişti. İçini dökmek istiyordu aslında. O günden beri doğru düzgün konuşmayan, uyumayan, yemeyen babasını da sarsmak istiyordu. Ben buradayım demek istiyordu ama ne konuşabiliyordu ne de enerjisi vardı. Tek yapabildiği şey annesinin fotoğrafımı gördüğü her an utançla kafasını eğmek oluyordu.
Ah onu o kadar özlüyordu ki. Sürekli onu gördüğü son zaman aklına geliyor, ona sarılıp öpmediği için derin bir pişmanlık duyuyordu. Kendini suçluyordu bile isteye. Eğer okulda kavga etmeyip kötü şeyler yapmasaydı belki de annesi yaşıyor olabilirdi. Bu düşünceyi atamıyordu kafasından. Tanrıya sürekli dua ediyor, annesini gönderirse gıkını dahi çıkarmayacağına dair yeminler ediyordu. Sonra bir işe yaramadığını görünce onun yerine geçmek için dua eder olmuştu. Sonuçta işe yaramazın biriydi ama annesi. O evin direğiydi. O olmadan her biri bir yana dağılmıştı bile şimdiden.
'Anne' dedi içinden. Kafasını kaldırıp o güzel yüze bakmak istiyordu ama bir milim bile kıpırdayamıyordu. Biliyordu ki korkuydu onu böyle tutan. Annesinin yüzünde –fotoğraf bile olsa- suçlarcasına bir ifade görse yıkılacağını biliyordu.
Sonra babasının yanına gelen iki adam görünce dikkati dağılarak onlara baktı. Diğerlerine nazaran siyah giymiyorlardı. Yüzlerinde çok ciddi bir ifadeyle babasıyla konuşuyorlardı. Babası ise yüzünde metanetle onları dinliyordu ama sonra yüzü giderek vahşileşti ve kızlarına baktıktan sonra adamlara bir şey söyleyip başka bir alana yürüdüler.
İşte bu Ha Neul'un merakını hiç olmadığı kadar kabartmıştı. Kesin annesiyle ilgili olmalıydı. Kardeşinin kafasını dikkatle ceketi katlayarak yaptığı yastığın üzerine bıraktı. Uyuşmuş bacaklarını göz ardı ederek peşlerinden gitti.
Tuvaletlerin aralığında konuşuyor olduklarını gördü ve onlara biraz daha yaklaşarak bulduğu küçük girintiye sindi.
"Bay Lim başınız sağ olsun. Biz eşinizin davasına bakan dedektifleriz. Faili bulmak için tüm gücümüzle çalıştığımızdan emin olabilirsiniz. İfadenize göre onu ilk siz bulmuşsunuz. Olay anını bir kez daha anlatın. Dikkatiniz çeken herhangi bir şey var mıydı? Ya da size kin besleyen herhangi biri? Şüphelendiğiniz biri?"
Babası kafasını eğmiş ve gözlerini de kapatmıştı. Sürekli yutkunduğunu gördü Ha Neul. Kötü şeyleri hatırladığını belli edercesine de kaşları çatılmıştı.
"Hayır yok. O gün..." dedi babası tekrar yutkunurken. Sesi kısık ve zorlanarak çıkıyordu. "onu arka tarafta kanlar içinde yerde buldum." Bir kez daha yutkundu. "hemen yanına gittim ama o çoktan..." konuşamadı ve bir ilk gerçekleşti ve babasını ağlarken gördü. Kapattığı gözlerinden yaşlar süzülüyordu. İçi parçalandı Ha Neul'un koşup sarılmak istedi babasına.
"dikkatimi çeken bir şey yoktu. O an tek düşünebildiğim onu hastaneye yetiştirmek olduğuydu. Bir umut yaşamasını umdum." İki dedektif birbirine baktı. Aralarında sessiz bir konuşma geçti ve aynı adam bir kez daha şüpheci bir ifadeyle konuştu.
"Evde değilseniz neredeydiniz?"
Babası gözlerini ovuşturmayı bırakarak dedektiflere baktı kırmızı gözlerle. "Şuan bir dava sürecinden geçiyorum. Açığa alındığımdan işsizim ve dava sonuçlanana kadar günlük işlerde çalışıyorum. O gün Samdong taşımacılıkta çalıştım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Y KARAKTERİ
General Fiction'Her insan kendi hayatının başrolünde oynuyor' demiş bir yazar. İlk okuduğum da küçük zihnimi çok etkilemiş ve gözlerimin içi parlayarak ana karakter olmamın verdiği haklı gururla göğsümü gere gere dolanmıştım. Lakin işlerin hiçte böyle olmadığını z...