24

18.5K 1.2K 201
                                    

Sedef'ten

On beş senelik hayatımda yaşadığım en büyük ve en acı şey geçen hafta gerçekleşmişti. Annemin mezarı başında, uzaktan bizi izleyen babam. Yanında birkaç polis ve beynimde yankılanan bir soru var; Annem babam yüzünden mi bu toprağın altında?

Hiçbir şeyi dramatize ederek anlatmaya gerek yok. Sorunun ağırlığı ve yaşanılan şey ortada... Kimseyi reddedecek gücüm ve takatim yoktu. Her şeye rağmen ona da sarıldım. Ondan da teselli buldum.

Yeşim, didiştiğimiz eski günleri özlemiştim. Bir süredir yalnızca birbirine destek olma kaygısındaki iki kişiydik. Ona olan sevgim kan bağının ötesinde bir şeyde gizliydi. O her şeyimdi belki de artık. Ailem dediğimde yanımda olabilecek tek insan. Babamın pişmanlığı, geçmişi, iyi hali, olaydaki zaman aşımı falan derken cezası dokuz seneydi ancak o da bazı indirimlerle yedi yıla düşmüştü. Ömür boyu kalmayacaktı yani hapiste. En azından üniversite mezuniyetime yetişebilirdi. Bu pollyannadan hallice düşünme tarzıma gülmek istedim ama buna dermanım yoktu. (Hukukçu değilim ama az biraz baktım, benim de insafımdan daha az yatacak gibi)

Sonra taziyeler, yoğunluk falan derken bu haftayı bitirmiştik. Ve ikinci haftanın sonunda çiftliğe gelmiştik. Ben İzmit'e gidecektim ama Yeşim'i bırakmak istemiyordum, şimdi ailesini biraz daha tanımak istiyordu ve benim de fedakarlıkta bulunmam gerekiyordu. Hem babama ziyaretlere beraber gidecektik, annemin mezarı da buradaydı. Sık sık gitmeyi düşünüyordum.

Annemin vefatından iki hafta sonra çiftliğin kapısına gelmiştik. Havaların soğumaya başladığı bir dönemdeydik. Sonbaharın sonlarındaydık artık. Kış gelecekti. Üstümde hardal rengi bir sweat, üstünde kot ceketim ve altımda kot pantolonum vardı. Beyaz spor ayakkabılarım az önce yağan yağmurla çamurlaşan topraktan nasibini almıştı. Sarı saçlarımı tepemde öylesine toparlamıştım, dağınık olmasına takılmıyordum.

Yanımdaki Yeşim içeri girmeden önce duraksamama bakıp, yanımda beklemeye başladı. Benim bu evde ne işim vardı Allah aşkına? Yeşim kızlarıydı, tamam ama ben neyiydim ki bu insanların? Ah Yeşim ah...

Buraya ilk geldiğimiz günü düşünüyorum da, neler olacağını bilsem izin verir miydim içeri girmelerine...

Arkamızdan gelen Mete "Hadi girelim." Demişti sakin ve çekingen bir ses tonuyla. Bizi o buraya getirmiş, arabayı park ettikten sonra da yanımıza gelmişti. Ses tonundaki samimi üzüntüyü hissediyordum. Ona karşı bir nefretim yoktu.

Hep beraber kapıya gidip, zile bastığımızda Hakan Bey açmıştı kapıyı ve hemen ardından telaşla gelen Mehtap Hanımı görmüştüm. Bu iki haftada Yeşim'i geçtim, bana olan özenli tavırları bile içimdeki bazı duyguların törpülenmesine sebep olmuştu.

Ufacık bir tebessümle karşılık vermek istedim hoş geldin dediklerinde ama içimden gelmiyordu. Ben de gözlerimi kaçırıp, sadece ufak bir baş selamı verdim.

Valizlerimizi Hakan Bey ve Mete yukarı taşırken Melis'in üst kattan aceleyle indiğini gördüm. Koşarak gelip, bize sarıldı ve hoş geldiniz dedi. Ablam samimiyetle karşılık verirken bende tık yoktu. Bir de bu mesele vardı.

Melis'le ilk tanıştığımızda yani yanımızda Yeşim veya Ulusoylardan biri olduğunda inanılmaz iyi biriydi. Çok ilgili, eğlenceli ve samimi görünen biri ama ne zamanki yalnız kaldık... Kötü birine dönüşmedi tabii ama farklıydı. Gelir bizle yemeğini yer, sorulan sorulara kibar yanıtlar verir ama çoğunlukla odasında dururdu. Bazen ona adım atmaya çalışmıştım ama hep bir bahane ile kaçmıştı. Sürekli Ulusoylarla görüşüyordu. Ya dışarıda ya görüntülü ya da normal aramalarla. Bazen odasından gelen gülme seslerinden duyuyordum bunu. Hiç kopmamıştı yani onlardan.

Gerçek AilemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin