34

14.2K 1.1K 103
                                    

İki arada bir derede yazdım, ne çıktı bilmiyorum. Yine kısa oldu ama sizi de bekletmek istemedim. İyi okumalar :)

Müdürün yanındaki kişi Yiğit'ti.

Ve üstünde okulun forması vardı.

Yeni öğrenci o muydu yani?

Ve forma neden bu kadar yakışmıştı?

Son sorumun cevabı ile ilgilenmiyorum...

Yiğit sınıfa göz gezdirirken oldukça ciddi bir ifadesi vardı. Sarı saçları, kravatı, gömleği, her şeyiyle özenli duruyordu. Kısa sürede beni gördüğünde ise duraksadı ve arkamdaki sıraya kaydı bakışları. Demir'i gördüğünde ifadesindeki rahatsızlığı fark etmiştim.

Bu sırada kendisine boş yere geçebileceğini söyleyen hocamızla beraber o da benim hizamda, yan tarafımdaki sıraya geçmişti. Sıralar tekliydi ama aşırı da mesafe yoktu aramızda. O yerine otururken önüme döndüm ve önümde oturan Melis'in ona baktığını gördüm ama kısa sürede önüne dönmüştü.

Sınıfta ise bir hareketlenme vardı. Geneli kızlarda olan bir şeydi bu. Herkes tanıyordu sanki onu ve heyecanlı gözlerle yaptıklarını izliyorlardı. Yiğit ise kollarını bağlamış, derse dönen hocayı dinlemeye başlamıştı. Derken ona baktığımı hissetmiş gibi bana bakmıştı birden. Hızla önüme dönerken son anda hafif bir gülümsemenin yüzünden geçtiğini görmüştüm.

*

İlk teneffüs olur olmaz birkaç kız çevresine gitmişti. Sıralarımız yakın olduğu için konuşmaları açıkça duyabiliyordum. Belli ki daha önce aynı ortamlarda bulunmuşlardı. Kızlar kendilerini hatırlatmaya çalışırken Yiğit çıkaramasa da nazik bir gülümseme ile onlara ayıp etmemeye çalışıyordu. Bu hoşuma gitti o an. Yiğit'in saygısız olmayışı, bu efendi tavırları onun karizmasını yükselten bir şeydi sanki. Karizma mı? Peki bundan bana ne!

"Boynun tutulacak birazdan."

Arkamdan gelen sesle irkilirken bıkkın bir nefes verdim. Sonra da sırada yan dönerek ona baktım.

"Sen beni mi takip ediyorsun?"

Demir gözleri ile Yiğit'i işaret etti.

"Ne buluyorsun bu herifte?"

Yok artık!

"Demir boş yapmak istedin ve bana sarmaya mı karar verdin?"

Benim yapmacık gülümsememe karşın aynı şekilde yüzüme baktığında önüme dönerken dik bir ifade ile Demir'e bakan Yiğit ile göz göze gelmiştim. O anda da saçımda bir dokunuş hissedip, hızla Demir'e baktım.

"Saçında bir şey vardı da, onu attım."

İfadesinden yalan söylediğini anlamış, küfür etmemek için kendimi dizginlemeye çalışmıştım. Bilerek yapmıştı! Yiğit bakıyor diye. Yiğit'e baktığımda ise önüne dönmüş, çatık kaşlarıyla telefonu ile ilgilendiğini görmüştüm. Al işte...

Elimde kalacaktı bu Demir. Allah'ım ne olur yarınki maça kadar hastalıktan kırılsın. Çıkamasın o maça!

O sırada Melis ön sırada arkadaşlarıyla konuşuyordu. Yanındaki kız bir sessiz ama yakınlarında olduğum için benim duyabildiğim bir tonda "E gözün aydın, seninki gelmiş." Demişti. Karnınıza yumruk yemiş gibi olma hissini bilirsiniz, şu anda bunu yaşadım ama Melis arkadaşına sertçe dönüp "Artık öyle bir şey yok, bir daha sakın bu tarz bir muhabbete girme." Dediğinde daha da huzursuz hissetmiştim. Önüm arkam sağım solum kaostu resmen.

*

Öğle arasında Sedef ve Ege'ye yemeğe gelmeyeceğimi mesaj atıp, kütüphaneye geçtim. Yemek yemek istemiyordum şu anda. Sabah görüşmede olanlardan sonra hala kendime gelememiştim. Sıkışmışlık hissi kötüydü.

Buraya ise kitap okumaya gelmemiştim. Sadece sessiz bir yerde kafamı dinlemeye ihtiyacım vardı. Büyük kütüphanenin en tenha yerini kitap raflarının arasında bulmuştum. Masalarda bulunan birkaç kişi dahi buraya oldukça uzaktı. En köşeye gidip, yere oturduktan sonra ayaklarımı uzattım ve gözlerimi kapatıp başımı yan tarafımdaki duvara yasladım ama bir süre sonra duyduğum adım sesleri ile gözlerimi yavaşça açmış ve rafların sonunda, elleri cebinde bir adet Yiğit ile karşılaşmıştım.

Başımı doğrulturken ne diyeceğimi bilememiş, ona bakmayı sürdürüyordum ki birkaç adımda gelip çaprazıma oturmuştu.

Otururken bozulan eteğimi düzeltirken ne yapacağımı bilemiyordum. Kalbim aşırı hızlanmış, midem kasılmıştı. Neden buradaydı?

"Konuşamadık." Dediğinde başımı salladım yavaşça. "Londra'dan gelince eğitimimi Türkiye'de tamamlamam gerekiyordu, ben de bu okula gelmek istedim."

Yiğit'in en sevdiğim yanı bana durduk yere gelip açıklama yapmasıydı ve şu zamana kadar gördüğüm şey kimseye karşı böyle değildi, hatta aşırı konuşkan birine bile benzemiyordu. Bu düşünceyle istemsizce gülümserken şu an karşımda olduğunu ve bana baktığını hatırladım. Hızla yüzümdeki ifadeyi değiştirmek isterken az önceki düşüncelerimi de sorgulamaya başlamıştım. En sevdiğim yanı ne demekti? Lafın gelişi değil mi Yeşim? Lafın gelişi dedin böyle bir şeyi... Siz de rica ediyorum farklı yönlere çekmeyin...

"Anladım." Dedim sadece. Tutukluk gelmişti. Hadi ama Yeşim, daha dün çocuğa dans ettiği kız için hesap soruyordun, ne oldu şimdi? Ay bir de o vardı... Yüzümün yeniden kızardığını gelen yanma hissinden anlayabiliyordum.

"Yeşim iyi misin?" dediğinde "Hı?" diye aptalca bir karşılık vermiş, sonra da "Evet evet iyiyim." Derken bir anda ayaklanıp, buradan kaçmayı düşündüm ama bu sefer de telaştan ayağına takılıp, yere düşmekten son anda kurtulmuştum. Hemen toparlanıp, aptal bir gülümseme ile şaşkınca bana bakan yüzüne baktım.

"Takıldım bir an, neyse, ben gideyim." Derken de rahat görünmeye çalışırken daha aptal durduğuma emindim. Sonra da kütüphanenin çıkışına doğru hızla ilerlemeye başlamıştım ama daha yaklaşamadan bileğimden tutulup, başka bir raf arasına çekilmiştim. Dönerken hızımı alamayıp, Yiğit'in göğsüne çarptım.

"Yeşim, ne oldu birden?" derken sesindeki saflık gerçekten hiçbir şey anlamadığını hissettiriyordu. Bu biraz rahatlattı ama yine de yüzümdeki yanmada bir değişiklik yoktu.

Yüzümü göğsünden çekip, bir adım gerilediğimde yüzüne baktım. Dikkatle ve biraz da endişeyle bana bakıyordu. Bir eli hala bileğimi tutuyordu, boştaki eliyle yanağımı avucunun içine aldığında işler iç dünyamda daha da karmaşık bir hal almıştı. Nefes alışverişim yeniden hızlanıyordu.

Ya ne oluyor bana!

"Yüzün kıpkırmızı, iyi misin? Revire gidelim mi?"

Ya sen beni bırakıp, gitsen rahatlayacağım zaten. Tam bunu nasıl söyleyeceğimi düşünürken arkamdan gelen sesle oraya döndüm hemen. Demir rahat bir tavırla tek omuzunu rafa dayamış, bize bakıyordu.

"Bölmüyorum umarım ama bölüyorsam da önemi yok. Yeşim'i almam lazım. Kendisiyle daha önceden sözleştiğimiz bir işimiz vardı."

Yoktu.

Ama bozmadım çünkü hemen şu anda buradan çıkmazsam genç yaşımda kalp krizinden ölecektim.

Yiğit ters ters ona bakarken yanağımdaki eli ben Demir'e döndüğümde düşmüştü ama bileğimdeki eli daha da sıkı bir hal almıştı. Bunu pek bilinçli yaptığını düşünmüyordum.

"Yeşim?" dedi bir an sonra bana bakıp, doğru mu der gibi bakıyordu. Değil desem iş uzayacaktı, doğru desem şu an için ortamdan kurtulacaktım ama bu sefer de Yiğit aramızdaki ilişkiyi yanlış anlayacaktı. Ve çalan zil sesi benim için kurtarıcı bir melek olmuştu.

"Ders başlıyor!" diye sevinçle ikisine bakıp, hızla aralarından çıktım ve sınıftan önce koşar adımlarla lavaboya girip, yüzümü yıkadım. Aynada kendime bakarken yalvaracak haldeydim.

"Ne olur Yeşim, ne olur makul tepkiler ver bir dahakine. Rezil etme beni!" diye kendime fısıltıyla kızmıştım ama o sırada dediğim bir dahaki sözüne takılıp, bunun tekrar etme olasılığını düşündüm. Yiğit artık bu okuldaydı, her gün görecektim. Her gün! Gözlerim kocaman aynada kendime bakarken lavaboya giren bir kız ile göz göze gelmiştim. O bana tuhaf tuhaf bakarken hızla ifademi düzelttim ama yine de bugün rezil olmaya doymayacak gibiydim.

Sevgiler :)

Gerçek AilemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin