[2.6]

320 23 5
                                    

Ben insanların ne hissettiğiyle ilgilenen biri değildim. Biliyorum, hâlâ değilim. Yalnızca bazen merak ediyorum. Onun bana kurduğu ufak cümleleri bile ne hissederek kurduğunu merak ediyorum.

Mesela Ufuk, demek istiyorum. Sen bana gitme derken ne hissediyorsun. Sen bana hangi yüzle gitme diyorsun?

Kafamın içinde dönen tilkilere yanıt verecek insanın ben olmadığımı bildiğim halde yanıtlar aramam benim kendi zihnimle oynadığım bir oyundu. O sorular her cevapsız kalıp yanıtları kendim bulmaya çalıştığımda yokluklarını hatırlatıyordum kendime. Bak Şeyda, diyordum. Bak, sana bunu yaptı ama şimdi yok. Neden diye bile soramıyorsun ona.

Tam da böyle bir anın içindeydim. Evde, odadaydım. Odamda. Bunu düşünmek içimde o kadar huzursuz bir noktaya parmak basıyordu ki bir zamanlar Alperenle paylaştığım şeylere şimdi sahiplik eki getirmek, yalnız başıma sahip olmak dağılmama sebep oluyordu. Aklım hiç olmadık noktalara kayıyor ve ben düştüğüm boşlukta uzun bir süre yuvarlanmaya başlıyordum.

Bu yüzden düşünmeyi reddettim. Oturduğum soğuk zeminde ekranı tavanı görecek şekilde duran telefonuma bakıyordum. Dakikalardır. Dakikalardır üzerinden belki de milyon defa geçtiğim kelimeler vardı. Yazılan bir mesajı, dakikalardır okuyordum.

05** *** ****: Konuşmamız gerekiyor Şeyda.

Buydu. Ekranda yazan numara adım ve soyadım kadar tanıdıktı bana. Çünkü Allah kahretsin ki bazı isimler rehberden silmekle unutulmuyordu. İki yılda unutamaz mıydı bir insan? Unutamamıştım. Oradaydı işte. Henüz metni görmeden, numarayı görür görmez tanımıştım onu. Bana ihanet eden nankör kalbim tanımıştı. O yüzden beni öldürmek istiyordu şimdi. Kulaklarım çınlıyordu.

Ellerimi başıma bastırıp zeminde ileri geri sallandım hafifçe. Ben delirmek üzereydim. Kaçtıkça üzerime geliyordu.

Ben uzaklaştıkça o karşımda beliriyordu.

Düşün Şeyda, dedim kendime. Ne yapabilirsin, diye sordum. Cevapları bulmak zordu. Düşünemeyecek kadar doluydu kafam. Algılmam bile yetersiz, geride kalmıştı. Yine zamanın içindeydim. O alabildiğine ilerliyordu, ben ona yetişmek için koşuyordum.

Birine ne yapacağımı sormaya ne kadar ihtiyacım olduğunu fark etmiştim tam da o an. Sonra düşünmüştüm. En son ne zaman birine ben ne yapacağım diye sorduğumu. Cevap ikizimdi. Cevap, ikizimin bu dünyada hâlâ nefes aldığı bir zaman dilimiydi.

Gözlerimi kapattım. Aldığım her nefesin yüksek ateşli bir hasta gibi boğazımı ve soluk borumu yaktığını hissettim. Sanki saatlerce yağmurda oturmuş da hasta olmuştum. Sanki günlerdir yattığım hasta yatağımda öksürüyordum deli gibi. Sanki o öksürüşler hayatımın pürüzleriydi, ben her birinde yüreğim sökülüyor gibi hissediyordum.

Nasıl geçer bu diye düşündüm kısa bir an. Sonra içimdeki o ölü kız cevabı hızla vermişti. Geçmesi umrunda mı?

Omuzlarımı silktim. Değildi.

Bu yüzden telefonu elime aldım. Bastığım her tuşta elime iğneler battı. Ekranın sağ üst tarafına taşıdım sızlayan parmaklarımı. Ve seçenekler arasından, kişiyi engelleyi seçtim.

Bekler miydin? •texting•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin