[1.3]

754 58 9
                                    

Bazı anlar oluyor ve boğazıma diziliyor kelimelerim.

O anlardan birindeyim. Saatlerdir o anın, o ruh halinin tam içindeyim.

Uykusuz bir gece, morarmış gözaltları, ağrıyan bir baş ve sızlayan kızarmış gözler.

Uyku problemleri yaşayan bir insanın her defasında uyuduğu iki gram uykuyu da kaçıracak şeyler yaşaması hayatın ona bir hediyesi olmalıydı. Ve ne garipti ki hayat bana hep beni üzen hediyeler verirdi. Yokluklar, ölümler, bir daha kazanamayacağım kayıplar gibi.

Ne oldu sana Şeyda? diye fısıldadım. Ne oldu sana? Ölümden nasıl bu kadar kolay bahsediyorsun?

Kolay mıydı ki? Bunu neden biri de bana sormuyordu? Ne zaman kolay olmuştu ki? Ölüm nasıl kolay olurdu?

Derin bir nefes aldım. Saçmalıyorsun, dedim kendi kendime. Uykusuzluğun etkisi bunlar.

Okula doğru ilerleyen adımlarım aceleci değildi. Zaten yüz metre ileride görebileceğim kadar yaklaşmıştım yürürken dalgınlıkla. Dersten önce bir sigara rutinim vardı. Önce onu gerçekleştirecektim. Sonra okula girecektim. Dersler bitince işe gidecektim. İş çıkışı yorgunlukla bedenimi yatağa bırakacaktım. Açık pencereden içeri giren havanın savurup durduğu beyaz tül perde de gezinecekti gözlerim, saatlerce. Saatler sonra yataktan sigara içmek için kalkacaktım. Kahveden önce bir şeyler atıştıracaktım. Ki canım istemezse direkt kahve evresine geçecektim. Mutlu ve rutinlerle dolu hayatımı tamamlamanın verdiği huzurla tekrar yatağa girecektim.

Güzeldi yani her şey.

Okulun hemen arkasındaki her zamanki alanıma geldiğimde dudaklarımın arasındaki sigarayı tutuşturup kollarımı korkuluklara yasladım. Biraz yüksekçe bir yerdeydim. Bu sebeple yapılmıştı buraya korkuluklar. Gereksiz bir önlemdi bana göre. Biri önündeki koca yüksekliği görmeyip düşecekse bir zahmet düşsündü zaten. Atlamak isteyene de korkuluklar engel değildi, hiçbir zaman.

Kablosuz kulaklıklarımdan kulağıma nf, how could you leave us ulaşıyordu.

Bir şeyler yaşadığınızda, yaşadıklarınıza benzer şeyleri yaşayan insanların müzikleri buluyordu sizi. Bunun açıklaması buydu sanırım.

"Günaydın."

Daldığım sessizliğin içinden hızla çekilip çıkarıldım. Gurur, yanıma gelip dirseklerini benim gibi korkuluklara yasladığında kulağımdaki kulaklıkları çıkarıp kutusuna bıraktım. Nf, ağlayarak soruyordu hesabını. Benim hesap sorduğumda cevap verecek kimsem bile yoktu.

"Günaydın," dedim kısık bir sesle. Üzerime binen karamsarlığı bir an önce atmam lazımdı. "Naber?"

Aynen Şeyda, böyle atarsın karamsarlığını. Naber diyerek.

Gurur'un gözleri bana döndü. Döner dönmez de yüzümde çakılı kaldı. Ona bakmasam da, kaşlarını çattığını da, ağır ağır beni incelediğini de biliyordum.

"Senin bu halin ne?"

Sigarayı parmaklarımın arasına alıp ona döndüm ve gülümsedim. "Ne varmış halimde?" Diye sordum alayla. Gülümsemem bile bozamadı ifadesini. Bana doğru bir adım attı. Elini çeneme koyup başımı kendine doğru çekip koyu yeşil gözleriyle yüzümü inceledi uzun uzun.

"Ne oldu?" Dedi en sonunda. Bir şey olmuş, anlat der gibi.

Gülümseyen ifadem anında dağıldı. Yapaylığından kaynaklıydı sanırım. Toparlamak adına uğraşmadım. Geriye doğru bir adım attım ve ondan uzaklaştım. Kolumdaki saatimi kontrol ettim. Dersin başlamasına yedi dakika kalmıştı.

"Derse gidiyorum ben," dedim arkamı dönüp yürümeye başlamadan hemen önce. Hiç vakit kaybetmeden adım seslerini işittim. Ve kolumu tutarak beni durduracağını bilerek hızlansam da başarısız oldum.

"Şeyda?" Dedi yapma der gibi. "Benden de mi kaçıyorsun?"

Bu cümle canımı acıttı.

Senden kaçıp sakladığım o kadar çok şey var ki Gurur demek istedim. Başta şuan odasının camından gözlerini bedenimde gezdiren müdür yardımcısı olan adam gibi.

Yutkundum.

"Çıkışta konuşalım," diyebildim.

Arkama bakmadan okula doğru yürüdüm ve gürültülü binadan içeri girdim. Koridorları aşıp öylece üst kata çıkan merdivenleri tırmandım. Sınıfımın olduğu koridora girdim ve sınıfta yerime yerleştim.

Derslere girdim çıktım. Gün boyunca yerimden sadece iki defa kalktım. Biri su almak, diğeri tuvalete gitmek için oldu. Telefonumun ve kulaklığımın şarjı bittiğinde okul koridorunda, okuldan çıkmak üzereydim.

Ellerimle kâküllerimi düzeltip düşen çanta kolumu bir kere daha çekiştirdim. İçi o kadar boştu ki, düşüp duruyordu.

Açılan bağcığımı botumun içine sıkıştırmak için duracağım anda, bedenimi kilitleyen bir şey oldu.

Bir el koluma yerleşti. Bedenimi hızla yanında bulunduğum kapıdan içeri çekti. Girdiğim odada hızlanan kalp atışlarımla karanlığın ortasında kalakaldım.

Karşımdakinin Dağhan olacağından neredeyse emin olarak bir adım geriye gitti adımlarım. Sırtım duvara çarptığında, kalp atışlarım daha da hızlandı. Kafamda alternatif çözümler bulmaya çalıştım. Korku vardı o an. Somut bir korku vardı damarlarımda.

Başarı veya başarısızlığı kucaklayamadan burnuma bir koku doldu. Bir ten tenime değdi. Bir soluğu tam alnında hissettim.

"Ufuk?" Sesim titredi.

Allah kahretsin. Sesim titredi.

"Güzel bebeğim."

Dünya dönmeyi bıraktı sanki. Dünyam dönmeye başladı. Başımdan aşağı bir kova soğuk su boşalttılar sanki öyle bir ürperdi tenim. O an, o kadar ağır bir his oturdu ki kalbime gözlerim doldu.

Bana güzel bebeğim diyişine hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim.

Bir elini belimde hissettim. O kadar yerini biliyordu ki eli, eksik parçamı hemen tamamlamıştı. Diğeri saçlarımın üzerine, başımın arkasına yerleşti usul usul. Dudaklarını hissettim alnımda. Soluğunu saç diplerine bıraktığını.

Kilitlenen bedenim o kadar anlamlandıramıyordu ki yaşadıklarını.

"Neyin var senin?" Diye fısıldayışı getirdi beni kendime. Bedenine parmak uçlarımla dokundum ve tüm gücümle ittim.

O kadar beklemiyordu ki, geriye doğru yalpaladı. Anında uzaklaştım alanından.

Soluk soluğa konuştum.

"Ne yapıyorsun sen?"

Dehşet. Sesimde bir duygu olsa dehşet olurdu ismi.

Başımı salladım hızla sağa sola. "Ne yaptığını zannediyorsun sen?"

Gözlerim dehşetle açılmış, sırtımı yasladığım duvardan destek alıyordum. Bayılacaktım yoksa. İçim çekiliyordu.

"Ne?" Dedi kısık sesiyle. Gözlerim seesiyle beraber onun grilerine çekildi. O zaman gördüm o yıkık şehri. Işıkları sönmüştü gözlerinin.

Bana doğru bir adım atmak istedi. Elimi kaldırdım. Başımı sağa sola sallayabildim yalnızca. Sonra duramadım ve onun beni durdurmasına fırsat bile vermeden kapıyı açtım ve çıktım odadan.

Aydınlık gözlerimi acıttı. Ciğerlerime bir anda dolan hava o kadar canımı acıttı ki yutkundum defalarca. Büyük bir dehşetin üzerinde gezindiği bedenimi yavaşlatmadan yürümeye devam ettim hızla.

Allah kahretsin dedim bir kere daha.

Dağhan sanmıştım onu.

Bekler miydin? •texting•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin