[3.4]

289 14 2
                                    

Duman, Melankoli.

Duman, Kolay değil.

Duman, Haberin yok ölüyorum.

(Müzikleri açalım, olur mu?)

.

.

Kapıyı çarpıp çıktım. Çıktığım odada sen olsaydın kapıyı arkamdan çarpmayı bırak sana sırtımı bile dönemezdim. Sen, o odama sırtımı dönmekten kaçmacağımı bile bile bana sırtını çevirdin. Ben ona yüzümü döneyim diye.

Kalabalık bir caddeden geçip saptığım boş bir sokakta yürüyorum. İki yanımda da uzanan iki ve üç katlı müstakil evlerin gölgeleri düşüyor sokağa. Turuncu sokak lambalarının bile düşmediği gölgeler. Onların altında ilerliyorum, ağır ağır.

Tam olarak kaç dakika olduğunu bilemeyecek kadar bulanık zihnim. Ama dakikalardır telefonum çalıyor.

Titreyip duran telefonu inatla açmıyorum. Titreyip duran telefon kaybolan bana inatla bir seçenek olmuyor.

Kulaklarıma kısık bir müzik doluyor. Özledim seni harbiden, diyor bir adam. Düşünüyorum. Özlediklerim gözlerimi dolduruyor.

"Özledim," diyor dudaklarım. O kadar içli çıkıyor ki sesim nefesim kesiliyor. "Özledim. Özledim." Yakarıyorum. Özledim.

Elimdeki şişeyi gevşekçe tutan parmaklarımı kaldırıyorum ve ıslak dudaklarıma yaslıyorum. Aldığım her yudumun bir yarısı dudaklarımdan boynuma taşıyor. Gözlerim yaşarıyor. Buna bile gözlerim yaşarıyor.

Önünden geçtiğim evlerin gürültüsüyle yanıyor canım. Benim ailem hiç böyle gürültülü bir huzurun içinde savrulmayacak.

"Çok özledim," diyorum kırık dökük bir sesle. Elimin tersiyle siliyorum gözümden akan bir damlayı. Şişenin içindeki sıvı çalkalanıyor. Bir damla tam alnımın ortasına sıçrıyor. Kolay değil diyor bu defa aynı adam. Kolay değil, kolay değildir.

Değil, biliyorum.

Annesinden bahsediyor o ses. Anne nedir diye düşünüyorum. Arıyor ve tarıyor zihnim. Arıyorum arıyorum bulamıyorum. Ne demektir anne?

Zihnimde bir sahne başlıyor. Alp ve ben gülüşlerimizin arasından annemizin bir alkolik olduğunu unutarak okul çıkışında kapıyı çalıyoruz. O an ikimizin de aklıma çantamızın ön gözündeki anahtar yumağı gelmiyor. Kapıyı çalıp az önce yaşadığımız ana gülüyoruz hâlâ. Bilinçsizce. Tam o an açılıyor kapı. Gözlerimiz birbirimizden açılan kapının ardında beliren bedene dönüyor. Alpaslan Kara, orada bizi bekliyor.

Alp'in yanımda titreyen bedenini hissediyorum.

Gözlerini babamızdan çekmeden sokuyor ince bedenini içeri. Önünde, elinden tutmuş ona destek oluyorum. Aklımca.

Oysaki habersizim. Alp'in ruhunun en az bedeni kadar ince olduğundan.

İçeri girdiğimizde tanıdık bir görüntü karşılıyor bizi. Salon dağınık. Şişeler bir biblo olamayacak kadar çok ve özensiz. Hepsi birkaç gün önce doluyken şimdi birçoğu boş. Bazıları sert bir topun devirdiği labutlar gibi parke zemine devrilmiş.

Bekler miydin? •texting•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin