"Ne dedin sen?" Duyduklarımı idrak etmek hiç bu kadar zor olmamıştı.
"Hyunjin... Ben gerçekten... Çok üzgünüm ama yapamadım." Yukarı bakıp ağlamasına engel olan Jeongin'e ne diyeceğimi bilemedim.
"Yapamadım ne demek Jeongin?" Güldüm sinir bozukluğuyla. "Sen... Gittim dedin, güzel geçti iyi bir psikologmuş dedin, senin gelmene gerek yok ben bunu tek başıma başarmak istiyorum dedin... Yalan söyledin! Bu zamana kadar bana, bize yalan söylüyordun Jeongin. İnanamıyorum... Gerçekten şu an..." Sözlerim bitmişti.
"Özür dilerim ama korktum! Annemin gidişinin acısını yaşamak istedim, onu unutmak istemedim! Rahatlamak istemedim Hyunjin, onu kırdığım ve üzdüğüm anları düşünüp düşünüp acı çekmek istedim. Bunu hak ettiğimi düşündüm." Sesi sonlara doğru kısılırken ağlaması şiddetlenmişti.
"Nereye gidiyordun peki? Bunca zamandır, aylardır nereye gidiyordun terapiye gidiyorum diye?" Duyduklarımı anlasam bile sindiremiyordum.
"A-annemin yanına." Yüzünü kapatıp daha çok ağlarken yüz ifadem donmuştu. Ne demeliydim, nasıl hareket etmeliydim bilmiyordum ve ne hissettiğimi de. Ona kızamıyordum sadece mantıklı bir açıklama bekliyordum.
"Jeongin..." O, yüzünü iyice kapatıp ağlarken dolan gözlerimi sildim parmaklarımla ve düşünmek için kendime birkaç saniye verdim.
Ancak birkaç saniye yeterli değildi.
"Üzgünüm, ben... Ben, bana biraz zaman gerek." Yataktan kalkıp onu bırakırken kalbim çok kırılıyordu ama sakinleşmem ve bir yol bulmam gerekiyordu. Sanki tüm çözümlerim; yenmeden, buzdolabında öylece beklerken çürüyüp çöpe giden meyveler gibi boşaydı.
Hava serin olmasına rağmen üstüme hırkamı alıp bahçeye çıktım. Üstünde yaprak birikmiş bahçe koltuklarından birine oturdum kirli olmalarını umursamadan. Soğuk rüzgar biraz olsun nefes aldığımı hissettirirken dizlerimi kendime çekip kollarımı sardım.
Onu anlamak için elimden geleni yapıyordum, gerçekten. Annesini kaybetmişti ve tüm süreç boyunca yanındaydım, o zaman da elimden geleni yapmıştım. Annesiyle birlikte kendisini kaybetmesini istememiştim, toparlanacağını düşünüyordum çünkü Jeongin gerçekten güçlü, umut ve neşe dolu bir insandı.
Yine de birinin annesini kaybetmesi çok ağır bir şeydi.
Bir yanım onu anladığı için hak veriyor, bir yanım ise vazgeçmek istiyordu. Seçemiyordum, bırakmak istemiyordum ama ona bunun için nasıl bir anlayış göstermem gerektiğini bilmiyordum.
Dakikalarca, o kirli koltuğun üstünde gözlerimi yere sabitlemiş düşünürken duyduğum sesle sıyrıldım o koca denizden.
Onun geldiğini biliyordum, bir tepki vermedim. Zaten o da bir şey demedi, yanıma oturdu koltuğun kirli olmasını umursamadan. Kollarını bana sardığında rüzgardan kuruyan gözlerim hemen doluvermişti.
"Yarına randevu aldım, bana... Eşlik eder misin?"
Beklenmedikti bu, başımı hızla ona çevirdiğimde kaşlarım çatıldı.
"Kendimi suçlamaktan ben de yoruldum, kendime engel olamamaktan da. İyi olacağım, değil mi?"
Bana sarılan kollarına karşılık ben de ona sarıldım. Ben kafamın içindeki karmaşayı bitiremeden o gelmişti. Uzun zaman sonra, Jeongin bana gelmişti. Gözümden düşen iki damlaya karşılık gülümsedim.
"Olacaksın." Saçlarını okşadım. "Çok iyi olacaksın, ben buradayım."
"Özür dilerim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
305 | hyunin
Ficção Adolescenteit's 3.05 i'm on a rollercoaster ride hoping you don't change your mind i don't wanna let go never been so sure in my life