Final...(3)

9.8K 457 95
                                    

ÇEKİLEN ACI...

.

1 Yıl Sonra...

Kalplerdeki yük, azalmak yerinde daha da artarken, omuzları hep çöküktü.

Emir, kalbindeki bu pişmanlık yükü ile nasıl bir yıl dayanmıştı, bilmiyordu. Pişmanlığı kendineydi. Belki kardeşini o adamlara vermeyecekti ama oraya gitmeseydi... Belki de, belki de şuan kız kardeşinin dizlerine yatıyor olabilir ve huzuru hissedebilirdi.

Huzurun, mutluluğun ve sevginin vücut bulmuş haliydi, Nil.

Kuzey, kalbine oturmuş o taşın nasıl geçeceğini bilmiyordu. Öyle ki, onu anlamak için işaret dili öğrenmişti ve kız kardeşi ile iletişime geçemeden onu kaybetmişti.

Bütün aile bireyleri yemek masasına oturmuş, kapalı iştahları ile yemeklerini izliyordu. Aradan geçen bir yılda hiçbir şey değişmemişti. Gönüllerdeki bu sızı, hala dün gibi olduğu yerde duruyordu.

Araf mektubu okumaya cesaret bulamamıştı. Kimse bu cesareti gösterememişti.

Ya Araf'a olan nefretini döktüyse? Ya Araf'ı bir daha affetmeyeceğini yazdıysa?

Korkuyordu Araf. Koca cüssesine rağmen, kalbi bir serçe gibi titriyordu. O mektubu her gördüğünde, her okumaya çalıştığında kendini kaybediyor, tir tir titriyordu.

Nil'in katili bulunmuştu. Her şeyi ve daha fazlasını anlatmıştı. Akli dengesi yerinde değildi, bu nedenle tımarhanede yatıyordu. Oradan çıkar çıkmaz müebbet yiyecekti.

İki kişinin hayatına mâl olmuştu. İki cana, iki hayata, iki kalbe...

Katil bulunduktan sonra, Nil'in önceden yaşadığı şeyleri öğrenmek, ikinci bir kalp sancısına neden olmuştu ailede. Ve şimdi düşünüyorlardı, bambaşka ama bir o kadar da aynı şeyler...

Nil, üşüyor musun?

Lâl'im, canın hala yanıyor mu? Kalp ağrımı sende hissediyor musun?

Meleğim, hala bana dargın, hala bana kırgın mısın?

Abla? Orda mısın? Küstün mü bana?

Kızım, sessizlik hala canını yakıyor mu?

Kızım, ben baban olmayı hak etmedim mi? Neden gittin?

Sorular çok can yakıcıydı. Ama Nil kadar yanamazdı canları.

Ege, aradan geçen bu bir yılda hiç ümidini kesmemişti. Biliyordu, ablası geri gelecek ve bu sefer ninni söyleyecekti. Ninni bile söyleyememişti kardeşine...

Yemekler, masada soğudu. Ama bütün aile oturmaya devam etti. Nil'siz olmuyordu. Bu zamana kadar nasıl dayanmışlardı yokluğuna?

O turuncu, uzun tutamlar neredeydi şimdi? Niye rüzgarda savrulmuyordu? Niye, omzuna yattığı kişinin göğsüne süzülmüyordu?

Nil, neredeydi? Bu sessizlik nereye kadar böyle sürecekti?

"Ben uyumaya gidiyorum, anne." Peltekliği düzelmiş ve dört yaşına büyük bir adım atmış olan çocuğun sessiz ve düz çıkan sesi duyuldu. Oysa ablası burada olsaydı onunla birlikte gider, onun saçlarını okşayarak uyuturdu.

Gelemez misin, abla? Bir kez bile olsun saçımı okşayamaz mısın?

Küçük çocuk, düşmüş omuzları ile birlikte odadan çıktı. Sönük adımları, odasına gitti. Yanındaki kapıya baktı, ablasının kapısına. Vazgeçti. Ablasının odasına yöneldi.

Kapıyı yavaşça açtı. Yatağın üzerine oturmuş, güler yüzlü bir kız ona bakıyordu. Turuncu saçları omzundan aşağıya dökülüyor, kâhkülleri gözlerinin hemen üzerinde bitiyordu.

Küçük çocuk yorgunca gülümsedi. Biliyordu ablasının geleceğini. Umudu onu hiç yalnız bırakmamıştı.

Arkasındaki açık olan kapıyı yavaşça kapattı çocuk. Koşarak kıza, ablasına sarıldı. İnce kolları vücudunda, eşsiz kokusunu burnunda hisseden çocuğun yüzündeki gülümseme büyüdü.

"Biliyordum," diye fısıldadı. "Geleceğini, biliyordum." Saçlarının üzerinde narin eller hissetti. "Abla," diye fısıldadı. "Bana ninni söyler misin?"

Ses gelmedi. Saçlarındaki dokunuşlar ve belindeki narin eller, varlığını yavaş yavaş kaybetti. Çocuk hızla geri çekildi.

Ablası gitmişti.

"Hayır, hayır. Gitme." Çocuk yüzünden akan yaşlarla konuştu. "Ablamsın sen benim, gitmezsin." Çocuk etrafında döndü.

Yoktu, ablası gitmişti.

"Ninni istedim diye mi, gittin?" Bu kez istediği şey için pişmanlık duydu çocuk. İstemeseydi belki de ablası gitmeyecekti...

Kuzey, masadan kalktı. Ardından odasına giderek, kız kardeşi için yetiştirdiği mavi leylak çiçeğini aldı. Bu çiçeğin anlamı huzurdu, Nil'di... Tek huzur bulduğu yere, kız kardeşinin mezarına gidecekti.

Sessiz sedasız evden çıktı. Kimse bir şey sormadı, çünkü biliyorlardı;

Gidecek tek yerleri, Nil'in mezarıydı artık.

Ezberlediği ve ezberlemek zorunda kaldığı için nefret ettiği yolu yürüdü. Taşın üzerinde yazan adı inceledi uzun uzun.

Nil Koç

23.03.2023

Kuzey, getirdiği çiçekleri ekti. Ardından kız kardeşi gibi solup gitmesin diye suladı. Ellerini havaya kaldırdı ve kız kardeşi için öğrendiği işaret diliyle konuşmaya başladı.

"Sana ölmek hiç yakışmıyor, canım kardeşim."

İlk tanıştıklarında, hatta daha tanışmadan önce dedikleri için pişman oldu. Nasıl dili varabilmişti onca şeyi söylemeye? Nasıl kırabilmişti Nil'in o güzel kalbini?

"Özür dilerim." dedi bu kez. Boğazında bir yumru vardı. İstese de konuşamazdı.

Nil de mi yıllarca böyleydi? Boğazındaki yumru yüzünden mi konuşamamıştı?

Kalbindeki ağrı, gözlerinden yaş gelmesini sağladı. Sessiz ve kırgın ağladı. Kırgındı bu hayata. Kırgındı kendine.

.

Kestik...

Ağlıyor muyuz?

Ağlamayın ve bir el-fatiha okuyun.

Bir diğer özel bölümde görüşürüz...

Hayaller Ve KırıklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin