GİRİŞ

1.3K 53 7
                                    

GİRİŞ

Yüksek bir binanın çatısındaydım. Çatının etrafını çeviren korkulukları aşmış ve düşmeye bir adım daha yakın duruyordum. Rüzgâr aleyhime işleyip arkamdan beni ittirircesine eserken bedenim titriyordu. Gecenin sert esintisi bir yaprak gibi titrememe sebep oluyordu. Yanaklarımdan akan gözyaşlarım kurumuştu, yanaklarım hâlâ ıslaktı. Kollarım iki yanımda havadaydı. Atlayacak mıydım sahiden?

Evet.

Ama neden?

Nedeni belli değil mi? Sen bir günahkârsın, günahlarının bedelini ödemelisin.

İçimdeki sesi onaylarcasına başımı sallayıp tekrardan söyledim cümleleri. Ben bir günahkârdım ve her günahkâr bedelini ödemeliydi. Açık kızıl saçlarım rüzgârın sert esintileri yüzünden yüzümün her bir tarafına dağılırken yeşil ile mavinin arasında arafta kalmış gözlerim kapandı. Göz kapaklarım gözlerimin üstünü örttü anaç bir tavırla. Kirpiklerim olası bir tehlike için tetikteydiler. Yüzümü ele geçiren saçlarım ıslak yanaklarıma yapışmış ve bir maskeymişçesine tüm yüzümü kavramıştı. Ellerim... Titreyen ellerim ise iki yanımda açık duruyordu. Kollarım havada, ellerim açık, parmaklarım titriyor, esen rüzgâr avuçlarımı buz ediyor ve ben, ben ise bir adım uzağım düşmeye. Bu dünyadan kopmaya sadece bir adım uzaklıktaydım.

"Yapmak zorunda mıyım?" diye mırıldandım bu sefer sesli dile getirerek.

Evet, dedi iç sesim. Yapmak zorundasın. Bedelini ödemelisin.

"Bu olanlar... benim suçum değildi ki."

Bazen yakınlarımızın günahları bizim boynumuza asılır, bir intihar ipi gibi yavaş yavaş sıkılaşır ve en sonunda nefessiz bırakır seni. Öleceğini hissedersin. Peki ya sen? Senin boynuna asılan günahla yaşayabilecek kadar güçlü müsün?

Başımı iki yana salladım istemsizce. Ben güçlü değildim, aksine dünyayı toz pembe sanan, herkese koşulsuz şartsız güvenen aptalın tekiydim. Güvenmiştim, hem de en yakınıma güvenmiştim. Yapmamam gerektiğini sonradan öğrenmiştim.

"Pekâlâ." Gecenin karanlığına karıştı fısıltım. Soğuk havayla birlikte dudaklarımdan çıkan buhar gözümün önünde saniyelik belirdi, hemen ardından ise kayboldu. Derin bir nefes çektim ciğerlerime.

"Sadece bir adım. Sadece bir adım ve her şey bitecek. Bedel ödenecek, ip kesilecek." Son saniyelerimi kendimi telkin etmek için kullanırken nefesim kesiliyordu. Üstümdeki siyah kapüşonlu işlevini kaybetmiş gibiydi. Sanki soğuğu çıplak tenimde hissediyor, üşüyordum deli gibi. Kapüşonlum üstümde yok gibiydi.

"Hepsi senin yüzünden." dedim aklımda beliren yüze. "Tüm yaşadıklarımın sebebi sensin, baba. Keşke benim babam olmasaydın. Keşke yaşamasaydın." Gözlerimi araladım. Aşağıya doğru bakma ihtiyacıyla dolup taşıyordum ancak bakamadım. Bakmak istedim fakat bakarsam her şey biterdi, biliyordum. Son kez soğuk havayı çektim içime. Gözlerim yeniden kapandı ve bedenim sallandı boşlukta. Aşağıya doğru süzülmeyi beklediğim esnada ise bileğim sert bir şekilde tutuldu. Bedenim bir sağa bir sola doğru sallanırken gözlerimi daha sıkı yumdum.

"Gidemezsin." dedi o ses. "Her şey daha yeni başlamışken gidemezsin."

"Lütfen." diye fısıldadım. Bu bir rica değildi, bu bir yalvarıştı ve bu yalvarış benim ona ilk teslim oluşum değildi. "Lütfen, bırak gideyim. Bu günahları boynuma bağlayan sen değil misin? Ne olur bırak..."

"Hayır!" dedi kararlı sesiyle. "Gitmeyeceksin, izin vermem." Mavinin ve yeşilin aynı anda ev sahipliği yaptığı gözlerimi araladım. Bileğimi yakalamış ve siyah hareleriyle beni izleyen adama baktım. Dağınık tutamları alnına düşmüş ve terden dolayı yapışmıştı. Gözleri bu zamana kadar görmediğim endişe kırıntılarıyla doluydu. Normalde kısık bakan maviler şimdi ardına kadar açıktı. Üstündeki siyah kapüşonlunun kapüşonu başından düşmüş ve saçlarını özgür bırakmıştı. Her zamanki yüz hatları daha da sertleşmişti ve çene hattı zaten belirginken şimdi kalemle çizilmiş kadar keskindi.

Bileğimden yukarıya doğru çekti. Bir yandan da kendisinin düşmesini engellemek için bir eliyle de korkuluğa tutunuyordu.

"Haydi Hazel!" dedi gözlerini gözlerimden ayırmayarak. "Her şey daha yeni başlıyor, sonunda kazanan biz olacağız."

"Biz kimiz?" diye sorma ihtiyacıyla dolup taşmışken sesli dile getirdim. Beni biraz daha yukarı çekti.

"Biz." dedi yeniden. "Sen, ben ve babanın mahvettiği yüzlerce hayat." Ayaklarım neredeyse az önce kendimi bıraktığım basamağa kadar çıkmıştı. Ona daha fazla zorluk çıkarmadan ayaklarımı yere bastım. Bileğimdeki eli anında belimi kavradı. O kadar sıkı kavramıştı ki tüm kemiklerimin sızladığını hissettim. Anın getirdiği şokla birlikte gözyaşlarım yeniden yanaklarımı ıslattı. Tedbirli hareketlerle korkuluktan atladığında titreyen bedenim hâlâ onun kontrolü altındaydı. Korkuluğun ardına geçse bile bedenimi bırakmamıştı.

"Gel haydi." Korkuluğun ardından koltuk altlarımdan beni tutup adeta bir bebekmişim gibi havaya kaldırıp kendi tarafına çekti. Bedenim onun sıcaklığı ile buluşunca gevşese de gözyaşlarım daha hızlı akmaya başlamıştı bile. Artık ağlayışım sessiz değildi, içimdekiler sesli bir şekilde çıkıyordu dışarı. Kolları bedenimi sıkıca sardı. Karşımda, bana yabancı olan adamın kolları arasındaydım ve o kollar güven kokuyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi?

"Geçti." dedi ondan beklenilmeyecek bir yumuşaklıkla. "İyisin Hazel." Kollarım cansızca iki yanımdan sarkarken o, ona sarılmamama aldanmamış ve her hıçkırdığımda daha da kendine çekmişti. Ne kadar süre orada durduk bilmiyordum ama bir süre sonra ağlayışlarım dinmiş ve bilincim kendini kapatma evresine geçmişti. Son duyduğum ses onun sesi olurken kulaklarımda yankılanan onun dudakları arasından çıkan adımdı. Gözlerim kapanmış, bilincim beni terk etmişti. Karanlığın içindeydim artık, karanlık bendim.

Herkese yeniden merhabaaa! Yepyeni bir kurguyla karşınızdayım bu sefer. Daha kaoslu, daha aksiyonlu... Şimdilik sadece giriş bölümünü yayımlıyorum, asıl bölümler Papatya'dan Mektup bittikten hemen sonra sizlerle birlikte olacak. Umarım seversiniz. O zaman Kavas Devrim Erdemir ve Hazel Arsoy'un hikayesine hoş geldiniz diyelim!

KAN GÖZYAŞI SERİSİ IHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin