7: page without dots

140 11 47
                                    

iki yol, tek seçenek
iki hayat, tek kader

Riki

Yarım bırakılmış hikayeleri severdim; terk edilmiş gibi hissettiren, aslında bir yerlerde hala var olan hikayeleri. Sonunu kendi dünyamda tamamlardım. Zihnimin en ücra köşelerindeki rafıma kaldırıp, zaman zaman bakıp burukça gülümsemeyi seçerdim. İçinde saklı olan anılar raftaki tozlara karışırken yok olmazdı, aksine zamanla varlığını daha da belirginleştirirdi.

Yıllar önce rafa kaldırdığım, sonunu tamamlayamadığım tek bir hikayem vardı. Unutulmak istese de, o tozlar sayesinde daha da gözegirmişti. Galiba bu hikayenin yazarı yarım bırakmamıştı; sadece öyle yaptığını sanmıştı. Çünkü elindeki kalemdeki mürekkep hala noktası koyulmayan o sayfaya damlıyordu, kendisinin bile haberi olmadan.

Bu kez o hikayeyi tamamlayacaktım, ne de olsa her yazarın bir sebebe ihtiyacı vardır.

Elinden kayıp dizlerime düşen siyah şemsiyeyle çektim gözlerimi çizimimden, az önce konan martının olduğu kayayı çimiştim. Tek bir eşya insanı geçmişe götürebilir. Oluyormuş demek ki.

Dizlerimin üzerindeki bu şemsiyenin tutacağındaki çıkartma yedi yıl önceye götürmüştü beni. O an, o an işte duruyor, zaman,taşların yavaş yavaş yerine oturduğu andı. Yaşamla ölümün kıyısında durmuştu, tek hareketiyle yok olabilirdi tüm anıları, hayatı ve geleceği.

Yapmadı, yapamadı, yere çöküp dakikalarca hüngür hüngür ağlamayı seçti. Dayanamadım, dayanamadım çünkü ne hissettiğini anlayabiliyordum. Çünkü ikimiz de hayatın bu adil olmayan oyununa katılmıştık.

Ama bu kez, bu kez durduramadım. Yine tam karşımda duruyordu, yine gözlerimin önündeydi. Ancak bu kez farkı, onun da bilmesiydi. Ben buradaydım, elimi atıp kolundan tutabilecek kadar yakınındaydım. Ancak ne olduğunu anlayamadan gözden kayboldu suda. Ekim'in ilk gecesi, kendisiyle birlikte getirmişti hediyesini. Yıllar önce rafa tamamlanmadan kaldırdığım o hikayenin baş kahramanını.

Şimdi kollarımın arasında olan bu beden, kendisiyle birlikte geçmişin izlerini taşıyordu. Yedi yıl sonra canını bu denli yakan şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Ne oldu da yeniden bu yola başvurdu? Sahilde olan son iki üç kişi toplanmıştı etrafımıza. Ne zaman arandığını bilmediğimiz ambülansı bekliyorduk. Sorulan onlarca soruya sadece donuk bakışlarımla cevap vere bilmiştim

O, bir ateş kadar tehlikeli, bir yaz yağmuru kadar sakindi. Tek bir bakışla konuşurdu. Çözülemeyen tüm bilmeceleri sırtına yüklemişti, hala dik durabiliyordu. Ruhundaki yaralar kanarken kendine ilaç olmuştu veya öyle olmayı deniyordu. Daha yeni bir ay olmuşken hayatıma tekrar girdiğinde, tüm okları üstüne çevirmeyi başarmıştı. Çözülemeyen bilmecelerimle birlikte kaybolmuştum.

Toprak ve yağmur, ateş ve su, siyah ve beyaz gibi derler, zıt kutuplar birbirini çekermiş. Ama biz seninle ay'dık. Ulaşılması zor ama göz önünde. Konuşmamıza gerek yoktu. Gözlerine yansıyan ayın ışıltısı, seni anlamama yeterdi. Kalbinde yanmış ateşin küllerinin yeniden alevlenmesine tanık olmuştum. Şimdi sadece sen değil, zarar veren herkes bu ateşte yanmalıydı.

Yeon-Ji

"Hayatta iki şeyi seçebilirsiniz: Ya varlığınızı kabul edersiniz, ya da kendinize son verirsiniz." demişti en sevdiğim yazar Franz Kafka. Acaba haklı mı diye uzunca düşünmüştüm ilk okuduğumda. O zamanlar, "tabii ki de haklı!" demiştim küçük aklımla. "Eğer kabul edemiyorsam son vermeliyim," demiştim yine. Sonrasında yaşananlar belliydi. Çalan tek bir şarkı, yağmur ve şemsiye...

Yeni kendimi toparlamış, "ben buyum!" demeye başlamışken, yeniden odanın köşesine çekilmiş, dizlerimi kucaklayarak alnımı yaslamıştım, birinin gelip beni kurtarmasını umarak. Oysaki ben istemediğim sürece hiç kimse beni kurtaramazdı, kendim bile.

broken mirrors | nishimura rikiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin