1. "gözleri ela, saçları uzun. açık kahve tonunda."

471 18 52
                                    

Çok güzel bir kadın görüyordu.

Gözleri ela, saçları uzun. Açık kahve tonunda. Elindeki yumuşak uçlu fırça, saç tellerini işliyordu tuvale tek tek. Derin bakıyordu kadın, ama uzaklara bakıyordu. Kıpırdamıyordu. Uzandığı kırmızı koltuğa alımla kıvrılarak yerleşmişti. Bir kolu başının üzerindeydi; üzerinde siyah, saten bir gecelik vardı. Sabah ışıklarının güçlü vurduğu atölyede, tuvalindeki kadın resminin son dokunuşlarını yaptı ve fırçayı yan tarafa bıraktı Ömer. Beyaz pantolonunun altındaki çıplak ayaklarıyla atölyenin tahta zeminini adımlamaya başlayınca kadının gözleri ilk defa kendisini buldu. Hiç şahit olmadığı kadar çekici bakan o bir çift göz benliğini tümüyle etkisi altına alıyordu. Koltuğun başında yavaşça diz çökerken bakışlarını ondan hiç ayırmadı. Yavaşça kadının açıktaki sol omzuna kayan eli sükunetle karşılandı. Güneş ışığı, boya kokusu ve kıpkırmızı dudaklar vardı. Parmaklarının dışıyla omzu sakince okşadı ve başbaşa oldukları o mekanda çekinmeden yüzüne doğru eğildi kadının. Dudakları dudaklarına yolcuydu, gözleri gözlerinden hiç ayrılmadı.

Onu istiyordu.

Aralarında kalan kısacık mesafede nefesleri birbirine karışırken her şey yok oldu ve Ömer, gözlerini sıradan bir gecenin karanlığına açtı. Atölye yoktu, güzel kadın yoktu; sadece küçük çatı katı ve alçak yatağı vardı. Yorganı kaldırıp kontrol etmeyecekse bile biliyordu duş alması gerektiğini. Bu ilk değildi ve son olacak gibi de durmuyordu. Alnındaki teri silerek yataktan doğruldu ve birkaç parça temiz kıyafet aldıktan sonra odanın girişine dayalı olan basamaklardan dosdoğru alt kata indi.

Salonun ışığı yanıyordu o saatte yine. Dönüp bakmadan önünden geçti ve alt katın en dip köşesinde kalan banyoya girdi. Kısa süre sonra suyun sesi, sükunet içindeki evin her bir köşesinden rahatlıkla duyulabiliyordu. O gece bir daha uyuyamayacağını biliyordu. Birazdan odasına gidecek ve gözünü her kapadığında o kadının yüzü gelecekti aklına. Ne zaman sabah ezanı okunsa evde hareketlilik olurdu, kendisi de o zaman uyumaya çalışmaktan vazgeçip kalkardı. Babası camiiye giderken o da biraz yürüyüş yapar, belki ekmek alır ve dönerdi. Birkaç dakika sonra, her zaman babasının evinde bulundurduğu yeşil pijama takımını giyinerek ensesine sardığı bir havluyla beraber çıktı banyodan. Bu sefer salonu es geçmek yerine yaklaşıp içeri göz attı.

Yine uyumamıştı demek, şaşırmadı. Girip girmemek arasında kararsız kaldıktan sonra başını elindeki Kuran'dan kaldıran adamla göz göze geldiğinde usulca içeri doğru adımladı. "Allah kabul etsin baba." dedi ve yan taraftaki koltuğa oturdu. Reşat onun böyle lafları sadece kendisine karşı kullandığını biliyordu. "Ömer... Hayırdır oğlum bu saatte?" diye sordu şüpheli ve huzursuz bakışları oğlanın ıslak saçlarında gezerken. İşaret parmağı Kuran'da kaldığı yerin üzerindeydi. Saçı ve sakalı çoktan beyazlamış adam, yemyeşil gözleriyle anlamlı bakan oğlandan sabırla cevap bekledi. Aradan geçen birkaç saniye sessizdi ama sonra Ömer "Yine o kadını gördüm." dedi.

Zaten beklediği şeyin hayal kırıklığına yine de uğrarken kaşları huzursuzca çatıldı Reşat'ın. "Tövbe... Tövbe estağfurullah." Elindeki Kuran'a duyduğu suçluluktan, daha sonra okumak üzere kapatıp yan tarafa bıraktı. Ömer bütün bunları izleyerek babasının gözünün içine bakıyordu inatla. Her zaman olduğu gibi bugün de onunla bu konuyu konuşacak ve içindekini dökecekti. Bir tek ona anlatabiliyordu çünkü. Bu küçük sırrının yegane ortağıydı Reşat Ademoğlu. Oysa başka şansı olsa böyle olsun istemezdi.

ÖMER: SaplantıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin