'Bazen bir anda öyle büyük bir hata yaparsın ki, yaptığın hata hayatını kaydırır. Kızacak bir suçlu bulamazsın üstelik. Yapan sen, acı çeken sen. Kendini, kendin yakarsın...'
⚜️
Ve herkesin kaçtığı bir geçmiş vardı. Kimimiz insanlardan kaçardık, kimimiz olaylardan, kimimizse hakikatten.
O geceden sonra Kenan abiyi bir daha görememiştim, sabah erkenden göreve gitmiş, abim öyle demişti. Bu benim içime daha da büyüyüp dert olmuştu üstelik. Ona haksızlık etmiştim, şımarık bir çocuk gibi de bunu başına kakmış durmuştum. Durduğu oturduğu yerde dövmemişti Ege'yi her iki seferinde de, benim için, beni ondan korumak için gerçekleştirmişti bu eylemleri ama ben tek suçlu oymuş gibi ona yüklenip durmuştum, hıncımı ondan çıkarmıştım.
Ve ben sırf bunu o bana belki bir şeyler hissediyordur diye öfkelenipte yapmıştım.
Haddimi bileceğim artık demişti bana, ama esas haddini bilmesi gereken bendim. Üstelik ben onun günahını almıştım, kendi ağzıyla bana abilik yaptığı için böyle davrandığını söylemişti, bense neler neler düşünmüştüm. Ordada haksızlık etmiştim ona ve bu utancımı katbekat arttırıyordu. Ama en azından bir yandan da içim rahatlamıştı, onun bana karşı bir şeyler hissediyor oluşsundan ölesiye korkmuştum, oysa o bana sadece abilik içgüdüsüyle yaklaşmıştı. O da bir abiydi sonuçta, iki kardeşi vardı ve ben en küçük kardeşiyle yaşıttım, beni onun gibi görmesi olanaktı.
Kenan abi zaten hep abilik yapmıştı bana düşününce, bir keresinde Feride'lerin evinin önünden yerden yüksek oynuyorduk, ve ben çocuk aklıyla onların demir kapısının en üstüne tırmanmaya çalışmıştım, çalışmıştım diyorum çünkü en tepeye varmadan güm diye yere kapaklanmıştım. Ellerim ve dizlerim yarılmıştı, ben hüngür hüngür ağlarken Kenan abi içerden çıkıp gelmişti çıkan gürültüye. Beni öyle görünce aldığı gibi sırtına atmış ve önce evlerinde ellerimi yüzümü yıkamıştı sonra pamuk alıp tüm yaralarımı silmişti. Ben ama nasıl ağlıyordum, deli gibi kemiğim kırılmış gibi susmadan. Canım çok yanmıştı, bana sürekli tamam ağlama bak iyisin diyip telkin etmişti şefkatle. Sanırım bir yerimi kırdığımdan korktuğumu anlayıp, kemiklerin bayağı sağlam çıktı, süt mü içiyorsun sen her gün diye de beni rahatlatmaya çalışmıştı.
Ben altı yaşında ya vardım ya yoktum, o da on bir yaşında olması gerekti o zamanlar. Sonra beni eve götürmek istemişti ama benim ayağım o kadar çok acıyordu ki yürüyemiyordum bile. Beni yeniden sırtına atmıştı o küçük haliyle ve eve kadar öyle götürmüştü. Anlaşılacağı üzere hep bana iyiliği dokunmuştu, abilik yapmıştı ve ben ona haddini bil diye aptalca nâralar atmıştım, bu da benim ayıbımdı.
Şu bir ayda ara ara bu olay canlanıyordu kafamda ve boğulacak gibi hissediyordum, bir an önce sağlıkla gelsinde yine özür dileyeyim istiyordum. Hoş ne zaman geleceği de muammaymış, abim laf arasında anlatırken duymuştum, çok nadir geliyormuş İstanbul'a. Esas görev yeri Kilis'miş, hatta gelip bir kaç gün gelip kalması da öyle tatil amaçlı değilmiş, her gün muhakkak İstanbul'daki karargaha gidiyormuş, tabi neden gittiği görev gizliliğinden dolay abim bilmiyordu.
Benimse artık İstanbul'a gelelim bir ay olmuştu ve ben hala bir iş bulamamıştım. Her bir görüşmeye gidiyordum eğer anasınıfı öğretmenliği olmazsa diye her türlü işe başvurmuştum ve artık biz sizi ararız, biz size dönüş yaparızları duymaktan gına gelmişti. Artık bir düzen tutturmak istiyorumdum, ama bir işim olmadan bu mümkün değildi. Birikmiş param vardı, ama hazıra dağ dayanmıyordu, abime elimden geldiğince yardım ediyordum ev alışverişinde, o da çoğu zaman müsade etmiyordu buna. Evlenecekti yakında, ve ben ona yük olmak istemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Altın Tozu
RomanceSevdiğiniz adam bir gün gelip, ben başkasına aşık oldum deseydi ne yapardınız? Saat kırıldı diye zaman durmuyormuş. Bir insan gitti diye, diğeri ölmüyormuş. "Şu son bir yıldır her şey çok değişti. Değiştin. Değiştim. Yıkıma uğrattı şu son bir yılda...