17. Bölüm - Nilüfer Çiçeği

13.5K 973 251
                                    

Bol yorumlu bir bölüm olsun, hadi vira bismillah ❤️

———————————

'Bir nilüfer çamurun içinden yükselir. Sudan çıkar. Güneş ışığında çiçek açar.'

⚜️

Ciğerimi delip geçen bu sancı ne zaman bitecekti? Nefesimi bitiren, ellerimi buza kesen, burnumun direğini sızlatan bu acı azalmayıp nüksettikçe beni yaralıyordu ama asla öldürmüyordu. Onu öyle orada bırakıp gitmek çok zordu, gözlerinden hare hare akan yaşlar, minik minik burnunu çekişler ile bana git deyişi aklıma kazınıp kaldı.

Bana ilk git deyişi değildi belki, ama ilk defa bu kadar çaresiz, yaralı bir ceylan gibi bakıp, başka çıkış yolu yokmuş gibi git deyişiydi.

Bana alışıyordu, yaralı bir ceylandan farksızdı görüyordum. Ben aptal değildim, sevilmekten korktuğunu, yeniden aynı acıları yaşamaktan korktuğunu, kendini kaptırıp en baştan güvendiği liman tarafından alabora olmak istemediğini görüyordum.

Hazır hissetmiyordu kendini, benim amacım da onu zorlamak değildi zaten, hiçbir zamanda böyle olmamıştı. Sadece ona gerçekten sevdiliğini hissettirmekti istediğim. Sözlerimle değil de, hissettirerek ona incitmeyeceğim güvenini vermekti amacım. Ada'nın 'Ben sana asla ihanet etmeyeceğim, güvenini kırmayacağım' diyen birine değil ona bunu iliklerine kadar hissettiren birine bir gün yeniden kapılarını açacağını biliyordum.

Bu ben olursam ne alâydı, olmazsam da...

İçimde yanan bu acı alev topları, zihnimi bulandırıyordu, o bahçeden sendeleye sendeleye sarhoş bir göçebe gibi çıkıp aklımı toparlamam on dakikamı almıştı.

Bu acının tek ismi Ada'ydı.

Bu acının tek dermanı yine Ada'ydı.

Yolun başı da sonu da ona çıkıyordu. Ben gurulu herifin tekiydim, burnum yere düşse eğilip almazdım gururumdan ama öyle olmuyormuş. Konu Ada olunca mekan zaman farketmeden her şey oydu, haksız haklı aramıyordu beynim, böyle bir savaşa bile gerek görmüyordu. Ada bir şeyi yapıyorsa haklı oydu, ben zaten hükmen hep mağluptum. 

Kaç kere sırf yüzünü göreyim diye yolumu uzatıp evinin önünden yürüdüm bilmiyorum.

Kaç kez görevden dönüp, yorgun argın eve varmadan Muğla'ya gidip kapısından döndüm bilmiyorum.

Ada'yı görmek eve varmaktı, iki metre uzağımda olsun, aramızda tuğlardan duvarlar örülmüş olsun farketmiyordu, o kapının ardında onun olduğunu biliyordum ya o bana yetiyordu. O iyi olsundu, bana yeterdi.

Bazı zamanlar denk düştüğümüzde, veya pencereye çıktığı anlara denk geldiğimde, bu bile acımı azaltmaya yetiyordu. Sonra daha sık denk düşmeye başladık, öfke dolu sohbetlerimiz dindi, dinginlik hakim oldu sohbetlerimizde. Yeri geldi gözlerimde çıkış yolu arayarak baktı, omzumda ağladı, güvendi ve yeri geldi evime kadar elleriyle limonlu kek yapıp getirdi, bundan ötesi var mıydı? Yoktu, bu bile en büyük nimetti bana.

Ben Ada'ya kadar limonun olduğu hiçbir şeyi yemezdim.

Limonda nefret ederdim, ta ki Ada'ya kadar.

Limonata, limonlu tatlılar, limonun herhangi bir formda bir yiyeceğim içinde bulunması bile başlı başına o şeyi yememem için bir sebepti.
Bu kabuğumu bana bir poşet limon reçeli verdiği gün yıktım, o sabahın gecesi eve gitmiş bir kavanoz reçeli ilk başlarda tiksine tiksine sonraysa tadına daha alışarak yemiştim, ve bir ayda bitmişti bana verdiği reçeller.

Altın TozuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin