"Kovuldun." dediği an ateşim yüz seksene fırladı.
"Defol." dedim ona hemen. Düşünürsem nasıl mahvolacağımı bildiğimden kendimi yürümeye zorladım.
Üzerine yürüyüp onu ittirdiğimde yüzü beyazladı. Yakışıklı yüzü kireçlere boyandığında bile onu sinirle ittirmeye devam ediyordum.
"Defol o zaman Dora!" diye haykırdım. "Defol hayatımdan!" Tek söylemek istediğim buydu. Defalarca haykırsam da sahip olamayacağım tek şey de oydu. Bu yüzden haykırdığım şey biraz olsun merhametti.
"Neden geldin o zaman buraya? Neden geldin?!"
Dora uzun zamandır içimden bir parçaydı. Olmaması gerekenden bile uzun bir zamandır hatta. O, ilk kez savunmasız bir halde beni görmeden dizlerine sarılmış bir halde sallanırken ona burkulmuştum. Bana ilk kez dokunduğunda, basit bir şekilde omzuma pat patlamasından bahsediyordum, bunu bir lütuf olarak görmüştüm. Bu yüzden ondan gitmek çok zor olacaktı, gitmesine izin vermek ellerimi işlevsiz kılacaktı ama denemezsem şimdi olduğumdan daha kötü durumda olacaktım.
Gitmesine ihtiyacım vardı.
Ellerimiz buluştuğunda bir an durdum, sadece onu ittirmemi önlemek için bana tutunduğunu anlayacak kadar durdum ve sonrasında ne dediğini dinlemeye çalıştım.
"Gidemem." diyordu mırıl mırıl. Kulaklarım uğuldadığından yalnızca bunu seçebildim. Boş bir kabuktan ibaret, ona baktığımı görünce açıkladı.
"Neden?" diye soludum. Beklediğim edebi bir cevap değildi. Ama o bana;
"Uber'im gitti. Ve telefonumu yanıma almayı unuttum buraya gelirken." dediğinde elimi ondan hışımla çektim. Sinirime alışkın olmadığı için yerinde hafifçe sıçradı, bir şey dememi bekledi ama diyecek bir şeyim yoktu.
Onu gönderecek bir telefonum yoktu, sırf onu göndereceğim diye arabayı sürmek ve ona hizmet etmek istemiyordum. Çok istiyorsa kendi sürebilirdi arabayı. Ben bu hafta burada kalmakta gayet de kararlıydım.
Sinirimi içeriye gömüp diğer duyguları öteledim. Bir şey demeden içeriye girdim. Kapıyı açık bırakmama rağmen içeriye girmekte tereddüt etti.
Salonla mutfak birleşikti bu yüzden sabah demlediğim kahve kocaman odayı kokutmuştu ve geri kalan odalar da salonla mutfağın arasında kalan bir kapıda üçe ayrılıyor olduğundan sıcaklık yayılmıştı. Ev lüks değildi, samimi bir havası vardı. Eski püskü bir televizyon, yerde renkli el yapımı kilimler, kareli desenli iki kırmızı divan, bej rengi duvarlardaki saat ve takvim, püsküllü perdelerle neredeyse odanın ortasındaki soba kadar sıcaklık yayıyordu eve.
Yalnızca ben kaldığım için sadece salondaki sobayı yakmıştım, bir de odalara açılan kapıda da bir soba vardı ama onunla uğraşmamıştım. Kendim de salonda kalıyordum zaten. Televizyonda gece saat üçe kadar Kanıt izlemek, sıcak şarap içmek terapi gibi geliyordu. Arkamdaki bedene baktım, terapimin sebebi salonumun ortasındaydı.
"Ne yapacağız?" diye sorduğunda ona cevap vermek istemeyerek;
"Hiçbir şey." dedim. "Sen çok gitmek istiyorsan arabanın anahtarları, vestiyerin üstünde."
Buzdolabından viski çıkartıp sabah demlediğim kahvemin soğuk ve bayat olmasına aldırış etmeden viskiyle karıştırdım.
"Araba süremediğimi biliyorsun." dedi yine mırıl mırıl. Sinirle bir iç çektim ama konuşmamak için dudaklarımı ısırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fake it til feel it [boyxboy]
RomanceKoskocaman bir şirketi yönetsen de bazen hayat istediğin gibi gitmezdi. Başı dertte olan patronuma akıl vereyim derken kendimi onun düzenlediği bir oyunun içinde bulmak hiç hoş değildi. Her sabah imdat çığlıkları atarak gittiğim işe, artık yalnızca...