Bir şeyler, çok fena dejavu gibi hissettiriyordu. Mesela vücudumda bir ağırlık, kolumda ince bir sızı vardı. Gözlerimi açtığım kısa sürede, bir florasan lamba görmek neredeyse hayatı sorgulamamı sağlayacaktı ancak o kadar uzun süre ayık duramıyordum. Gözlerim her açıldıklarında, yeniden kapanıyor ve kolumdaki sızı güçlendikçe ben güçten düşüyordum. Kalbim göğsüme ağır geliyordu ve onu düşünerek açtığım gözlerim her seferinde onu düşünerek kapanmalarıyla sonuçlanıyordu.
Kaç gün böyle geçmişti? Kaç gün daha geçecekti?
Gözlerimi açıp bu kez direkt odaya baktım, bir yerlerde Korkut'u arıyordum ve her şeye çok geç kalmış olmaktan korkuyordum.
Onu görene kadar, yaşadıklarımı Korkut'un bana vurduğu iğnelerin gösterdiği bir rüya sandığım için onu kurtardığımı ve her şeyin bittiğini anlamak sandığımdan zor oldu.
Adını söyleyebilecek kadar güçlü değildim ama o beni görünce bahar yeşili gözlerine doluşan pırlantalarla üzerime eğilecek kadar sevgi doluydu. Bu... Hiç onluk değildi.
Elini uzatıp yanağımı tuttuğunda hissettiğim sıcaklık beni gerçek hissettirdi. Bunun bir rüya olmadığına inandığımda gözlerim doldu. Kendimi minicik, ona muhtaç bir bebek gibi hissettim. Gözlerimde ne görmüştü bilmiyorum ama dudakları kıpırdandı. Ne dediğini yakalayamadım ama önemli değildi.
Buradaydı. Kurtulmuştu. Benimleydi.
Ve gözlerim bunun verdiği rahatlıkla yanaklarıma düştüklerinde, eli de kaybolur sandım. Ama kaybolmadı.
Yeni baştan bir dünyanın içinde kaybolup, pis bataklıklarda yıkandıktan sonra gözlerim bu kez ışık hızıyla açıldı ve tanıdık florasan lamba artık daha net, odanın her bir detayı daha çarpıcıydı.
Oda büyüktü. Krem ve kahve duvarlardan, yere kadar uzanan camları örten beyaz uzun perdelerden oluşuyordu. Açık camdan bahar havası duyumsanıyor, komodinimin üstündeki şakayığın şık, kendine has kokusunu da beraberinde getiriyordu. Bir anda odada yalnız olmadığımı fark ettim, yatağımın yanındaki sandalyede bir yastığa sarılarak uyuyan Dora'nın üzerinde siyah saten bir pijama takımı vardı. Aynı takımın beyazının da benim üzerimde olduğunu sonradan fark ettim.
Onu uyurken görmek içime tarifi imkansız bir his yaydı ve şakayık kokusunu daha sık solumaya başladım. O her zamanki gibiydi, orada ve ulaşılmazdı ama aynı zamanda değildi. Dilimin ucundaki ismini ufacık fısıldasam gözleri açılacaktı, beni sevgiyle kucaklayacaktı. O her zamanki gibiydi, hemen yanımda ve nefes kesiciydi. Alnına düşmüş buklelerinde parmaklarımın ucunu gezdirsem gözleri açılacaktı, bana aşkla bakacaktı.
Ama hiçbirini yapamadım. Ne ona seslenebildim ne de ona dokunabildim. O her zamanki gibiydi, benim öptüğüm o adamdı hâlâ ve ona kavuşmayı her şeyden çok istiyordum ama çok yorgun gözüküyor olduğunu es geçemezdim. Sanki ona dokunsam gözlerinin altındaki morluklar bana kızacakmış, sanki ona seslensem yerinde sıçrayıp korkacakmış gibi hissediyordum. Uyurken onu huzursuz hissettirmek, diken üstünde kalkıp doktor çağırmasını izlemek istemiyordum.
O anda bir anlaşmaya vardım kendimle ve onu izlemeye, sanki onu daha önce hiç görmemiş gibi izlemeye, başladım. Ve bu ufak eğlencem, güneş penceremin dibinde batmaya başlayana kadar sürdü.
Sandalyenin tepesinde, dizlerini göğsüne çekmiş ve bedeniyle dizleri arasında sıkıştırdığı yastığıyla minyatür bir heykel gibi duruyordu ama güneşin turuncu ışıkları kirpiklerine değmeye başlayınca kıpırdanmaya başladı. Önce kaşları hafifçe çatıldı, göz kapaklarının gerisinde gözleri hareketlendi ve bir saniye sonra açıldıklarında yeşilleri benimkilere yapboz parçası gibi oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fake it til feel it [boyxboy]
RomanceKoskocaman bir şirketi yönetsen de bazen hayat istediğin gibi gitmezdi. Başı dertte olan patronuma akıl vereyim derken kendimi onun düzenlediği bir oyunun içinde bulmak hiç hoş değildi. Her sabah imdat çığlıkları atarak gittiğim işe, artık yalnızca...