Dusan burnuna değen siyah saçlarla uyandığında dün gecenin rüya olmadığına emin olmuştu. Dün gece gerçekten uzun bir maç atlatmış, Sevil'le arayı düzeltmiş ve onunla aynı koltukta uyuyakalmıştı.
Sevil koltuğa dönük bir şekilde kıvrılmış yatıyordu. Onun yanında olabildiğince sessiz olmaya dikkat etti. Uykusunun hafif olduğunu biliyordu. Yanında uyuyakaldığı zamanlarda en ufak seste sıçrayarak uyandığı çok kez şahit olmuştu. Yerin gıcırdamasına bile uyanabilecek potansiyeldeydi Sevil.
Aldığı nefese bile dikkat ederek ayağa kalkıp yavaşça kendi üstündeki örtüyü Sevil'in üstüne örttü. Sevil biraz üşümüş gibiydi ve bu yüzden kendini suçladı Dusan. Burada uyuyacaklarını düşünememişti. Sadece uzanırken üşümemek için üstlerine örttükleri ince çarşaflar vardı.
Dusan Sevil'i uyandırmadan odadan çıkıp mutfağa geçti. Burada yaptığı ses de Sevil'i bir noktada uyandıracaktı ama olabildiğince uykusunu almasını istemişti Dusan. Bu hafta üç gün süren bir set olduğunu dün akşam anlatmıştı. Sevil böyle setlerden sonra normalde evden bile çıkmazken sırf Dusan için onca yol tepmişti ve Dusan en azından yorgunluğunu atmasını istiyordu.
Sevil'in en sevdiği omletin malzemelerini dolapta tek tek aradı. Bu omleti yapmayalı uzun süre olmuştu gerçekten. Dolaptan çıkardığı yumurta ve sebzeleri tezgaha bıraktı. Sebzeleri özenle kestikten sonra yumurtayı çırpmaya başladığında arkasından adım sesleri duydu ve o tarafa döndü.
"Günaydın." dedi Sevil çatallı bir sesle. Saçları yeni uyandığını belli edercesine karmaşıktı.
"Günaydın." Dusan'ın sesi ona göre daha dinçti. "Ben mi uyandırdım?"
"Yok ya, biliyorsun erken uyanmaya alışkınım zaten." Sevil aslında gerçekten de mutfaktan gelen seslere uyanmıştı ama bunu gizlemeyi tercih etti. Uykusunun bu kadar hafif olmasının sebebi Dusan değildi çünkü, o yüzden bu sebeple suçlu hissetmesini istemedi.
"Yardıma ihtiyacın var mı?" Sevil tezgahın yanındaki Dusan'ın yanına yürüdü. Tezgaha yaslandığında Dusan ona uzunca baktı.
Onunla kahvaltı hazırlamayı özlemişti cidden.
"Dolaptan kahvaltılıkları çıkarabilirsin. Hatta domates salatalık da doğrarsan iyi olur."
"Anlaşıldı şef!" Dusan, Sevil'in yaptığı televizyon programı referansına güldü. Türkçe olarak anladığı sayılı şeyler arasına girmişti bu cümle de.
Sevil buzdolabına gidip bir bir kahvaltılıkları çıkarmaya başladı. Fıstık ezmesi ve reçeli aldığında ise en son gelişinden neredeyse hiç eksilmediğini fark etti.
"Sen hiç kahvaltı yapmıyor musun?" dedi Dusan'a hesap sorar tonda.
"Nereden çıktı?" Sevil'e döndüğünde elindeki kavanozları gördü. "Ha onlar mı? Sen yokken kimse yemiyor, kaldı o yüzden." Sevil'in suratına aptal bir sırıtma yayıldı. "Eğer bozulduysa at, Sırbistan'dan bir iki kavanoz getirmiştim senin için. Burada aldıklarımızdan daha iyiler bence." İstemsizce güldü Sevil.
"Sağlam duruyor, sonra açarız onları."
"Tamam şef!" Sevil kahkaha attı.
"Öğrenmişsin bakıyorum."
"Akşamları maçtan falan çok sıkılınca açıyorum. Bazen ama, hep değil." Sırf Sevil izliyor ve seviyor diye bir kelimesini anlamadığı programı izlediğini gizledi ondan. Sevil ise bugüne kadar kimsenin onun için Dusan kadar çabalamadığından habersizdi.
Sevil gülümseyerek buzdolabını boşaltmaya devam etti. Dolabın en arkasındaki yeşillenmiş şeyi görünce de ne olduğunu anlamak için eğildi.