Günaydın Dusan Tadic tribünü, yazar hepinize dünkü maç gibi iyi ve mutlu bir gün diliyor 🫶
Bir insan börek yerken ne kadar enteresan bir senaryoda olabilirdi ki? Asla aklıma gelmeyecek şeyler yaşıyordum Dusan Tadic hayatıma girdiğinden beri.
Evden çıkmadan önce Dusan bu sefer kahvaltıyı sandviçle geçiştirmeme izin vermeyeceğini net bir şekilde söylemişti. Kahvaltıyı evde mi dışarıda mı yapacağımıza bir süre karar verememiş, sonrasında tam dışarı çıktığımızda da Edin Dzeko'ya denk gelmiştik. Ben onların komşu olduğunu bile yeni öğrenmişken o Dusan'ı bir şekilde ikna etmiş ve bizi kahvaltıya kendi evine getirmişti.
Şimdi ise önümde Amra Dzeko'nun dünden kalan börekleri, bir yanımda Dusan, diğer yanımda junior bir Dzeko oturuyordu. Dikdörtgen masanın iki tarafına Dzeko çifti oturmuştu. Az önce karşımızda oturan diğer iki junior Dzeko ise sofradan az önce okul hazırlığı için kalkmıştı.
Muhabbet benden çıkalı bir süre olmuştu. Benim tanımadığım ama onların tanıdığı birisi üzerine açılan muhabbeti dinlemeyi bırakmıştım. Bana aniden bir şey sorulursa lise hocası aniden tahtaya kaldırmış gibi hissedecektim. Dusan arada beni muhabbete dahil etmek için koluma veya omzuma dokunup bir şeyler diyordu ama dediklerini gülümseyerek geçiştiriyordum. Zaten dokunuşları beni heyecanlandırdığından ne dediğini de anlamıyordum. Muhabbeti tekrar takip etmeye çalışsam da bir kere dikkatim dağıldığı için tekrar algılayamamıştım. İngilizceyi unutmuş gibiydim şu an.
Enteresan bir senaryodaydım demiştim değil mi?
Yanımdaki küçük kızın sağ taraftaki peynirlere ulaşmaya çalıştığını fark ettiğimde ona dönüp peynirleri gösterdim."Bundan mı istiyorsun?" dedim. Çocuğun Türkçe bilmediğini biliyordum ama İngilizce bilmediğini de biliyordum ve başka türlü nasıl iletişim kuracağımı bilememiştim bir anlığına. Muhtemelen çocuk benden daha zeki olduğundan peyniri göstermemden ona yardım etmeye çalıştığımı anlamıştı. Peynir tabağının köşesindeki maşayla iki parça peynir koyduktan sonra masanın geri kalanını gösterdim.
"Başka bir şey ister misin?" Şansımı denemeye devam ediyordum. Çocuk mucizevi bir şekilde Türkçe konuşmaya başlamayacaktı ama çabam takdire şayandı. Başlarsa da benim yeteneğim olurdu bu. Çocuk yüzüme boş bir ifadeyle baktığında sağ taraftan anlamadığım bir cümle duydum. Amra sanırım Boşnakça tekrar etmişti dediğimi. Sonrasında ise bana çevirisini yapmıştı.
"Domates istiyormuş." Aynı şekilde iki de domates bıraktığımda Amra tekrardan bir şeyler söyledi küçük kıza.
"Teşekkürler." Hafif bozuk Türkçe ile konuştuğunda şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım.
"Rica ederim." dedim. Sonrasında Amra'ya döndüm. "Güzel konuşuyor."
"Bazı basit cümleleri öğrettik. Merhaba, teşekkür ederim, iyi günler gibi. Zaten içe kapanık bir çocuk, insanlara daha çok uzaklaşmasını istemiyorum."
"Bence gayet iyi anlaşıyoruz." Küçük kıza gülümsediğimde utanarak kafasını eğdi.
"İnan sana özel bir durum. Daha önce tanıştığı insanlara karşı bu kadar rahat değildi. Dalia ona bebek gibi davrananlardan hoşlanmıyor. Sen daha farklı davrandığın için seni sevdi." Gülümsemem daha da büyüdü. Çocuklarla anlaşma işini çözmüştüm yahu.
Dusan'a döndüğümde onun da bana gülümseyerek baktığını gördüm.
Dur be kardeşim, zaten aşık olmaya çok müsait biriyim bakma şöyle.
"Artık kalksak iyi olur bu arada." dedim ona eğilerek kısık bir sesle. "İşe geç kalacağım yoksa."
Küçük boy Dzeko dahil hepsiyle el sıkışarak vedalaşırken Amra numaramı almayı ve sosyal medyadan takip etmeyi ihmal etmemişti. Artık telefonumda kayıtlı olan en ünlü kişi Dusan'dan sonra Amra Dzeko'ydu.