Olaylı maçlar sonrası sosyal medya hesaplarını kapatmak tepkileri bir nebze azaltıyordu. Birkaç gün uzaklaşmak hem kafamı rahatlatıyor hem de olayları unutturuyordu. Ama tepkileri tamamen engellediğini söyleyemezdim.
Güzide halkımız futbolu sahada bırakma konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyordu. Bir oyuncu onların hoşuna gitmeyecek bir hareket yaptığında onun tüm hayatına, hatta hayatındaki kişilere diledikleri gibi saldırmayı hakları sanıyorlardı.
Bu tarz olayları yıllar içinde yaşaya yaşaya alışmıştım aslında. Sosyal medyadan bana ne yazsalar da umursamayı bırakalı çok olmuştu. Dusan sevilen biri olsa bile çok ağır yorumlar gelebiliyordu. Bu yorumlara gözlerimi ve kulaklarımı kapamayı, çok ileri gidenleri de dava etmeyi öğrenmiştim.
Sosyal medyadan tepkileri engellemek en kolayıydı. Engel tuşuna basmak ya da hesabı dondurmak bir dakikadan fazla almıyordu. Ama gerçek hayattaki bir şeyleri engellemek imkansızdı. Mesela malum plakalı araçların arabamızı sıkıştırmaları ve ölmemizi söyledikleri iyi (!) dilekleri tüm günümüzü mahvedebiliyordu.
Böyle anlarda Dusan'ın hiç Türkçe bilmemesini istiyordum. Bu denilen iğrenç şeyleri anlamasa şimdi suratı asık bir şekilde araba sürmezdi. Dusan'ı mutsuz görmek istemiyordum. Hele ki saçma insanlar yüzünden canının sıkılmasını hiç istemiyordum. O benim için dünyadaki en önemli insandı ve üzüntüsü beni de mahvediyordu.
"Sevgilim." dedim yanağını severek. "İnsanları umursamıyorduk hani?" Boştaki eliyle yanağındaki elimi tuttu.
"Sinir oldum sadece. Hayır içeride senin olduğunu da görüyorlar, inadına kırdı önüme arabayı resmen. Şeytan diyor çarp geç." Sinirli bir nefes verdi. "Bana istedikleri kadar hakaret etsinler, umrumda değil. Ama sana ve çocuklarıma dokunmasınlar."
"Yanımızda sen varken bize kimse dokunamaz." Uzanıp yanağını öptüğümde gülümsediği için yanağı gerildi.
Dusan varken yan arabada bize hakaret eden serserilerden korkmuyordum. Dusan varken hiçbir şeyden korkmuyordum hatta. Çünkü bizi hep koruyacağını biliyordum.
Yüzündeki gülümseme sabit kaldığında gülümsedim ben de. Dusan'ı mutlu görmek beni bu dünyada en çok mutlu eden şeylerden biri olabilirdi. Özellikle bugün daha da çok gülmesini ve mutlu olmasını istiyorum. Küçük mercimeğimizin eşyalarını alırken kimse somurtmamalıydı. Bebeğimizle ilgili her gün en mutlu olduğumuz gün olmalıydı.
Büyük alışveriş merkezine geldiğimizde Dusan arabadan inerken elimi tutarak yardımcı oldu. Böyle ufak jestlerini seviyordum, daha da sevdiğim tarafı ise bu jestleri ben demeden yapmasıydı. Hamilelik beni çok nazlı birine dönüştürmüştü, o da bunu hiç dert etmeden istediğim ilgiyi fazlasıyla veriyordu.
Öncelikle bir mobilya mağazasına girdik beşik, dolap ve diğer eşyalar için. Hayal ettiğim bir oda elbette vardı. Pinterest'ten fırlama, bejden daral getirten bir oda yapmak istemiyordum. Rengarenk, içimizi kıpır kıpır yapan bir bebek odası olmalıydı. Dusan bunun için Petar'ın odasını aşağıdaki misafir odasına taşıtmış ve duvarları istediğim renklere boyatmıştı. Hayal ettiğim odayı bilgisayarda tasarlayıp ona gösterdiğimde çok beğenmişti ve heveslenmişti en az benim kadar. Mobilya alırken oradan oraya gidip bana beşik beğendirmeye çalışıyordu.
"Sevgilim bak, bunun köşeleri de iniyor. Lina'yı uyandığında daha rahat alabiliriz." Salak gibi gülümsedim. Gülümsememin sebebi beşik ya da özellikleri değildi, Dusan'ın Lina demesiydi. Bebeğimizin artık bir isminin olması, yolun yarısını geçmiş olmamız ve yolun sonunda yaşayacağımız şeyleri konuşmaktı.
"Ne oldu?" dedi Dusan da gülümseyerek.
"Seni çok seviyorum." Yanağını öptüğümde o da öptü hemen karşılık olarak.