KAN DAVASI

621 62 401
                                    


Aslında erken atacaktım bu bölümü ama düzenleme yapınca yanlışlıkla bir kaç satır silindi. Bu yüzden gecikti kusura bakmayın.

Ve bu bölümde geçen Baran Ağa İDÂL adlı kitapta geçmektedir. Yazarı da; su-izi buradan ulaşabilirsiniz...

____________

4 YIL ÖNCE...

Mardin'in tarihi sokaklarını süsleyen saray yavrusu gibi olan konağın içindeydi. Havanın kararmasından dolayı esen yeli takımının gizlediği tenine işleniyor gibi titretiyordu bedenini. Soğuk değildi hava, tam aksine serin ve güzeldi. Duyduğu şeyler kanını çekiyordu genç adamın. Büyük bir dava vardı ve bu dava mesleğinin ilk davasıydı. Aşiretin kan davası. Evin içinde olan kadınların ağıtı yürek yakacak cinstendi. Avlu da bir sürü ihtiyarlığın izlerini taşıyan adamlar ve genç heybetli adamlar sinirle burnundan soluyordu. Üç oğlu ve iki kızı olan adamın ağzından çıkacak kelimelere kendini hazırlıyordu Sidar.

"Her kes bêdeng bike!"

(Herkes sussun!)

Avluyu süsleyen ve adını Recep Ağa diye öğrendiği adamın gür sesi doldurmuştu. Emriyle koskoca konağın sesi kesilmişti. İçi yanan ve ciğerini dağlayan acıyla bile susan bir ananın feryadını sessizlik işitebiliyordu. Evladını kaybetmişti ve buna sebep olan kişi elini kolunu sallayarak dışarı da geziyordu. Recep Ağa gözlerini avlunun bir ucunda olan karısına dikti. O acısını gözyaşıyla dökebiliyordu ama kendisi dökemiyordu. Ağlamak istese bile ağlayamıyordu. İkiz oğullarından biri eksilmişti. Savaş ve Barış. Dik başlı olan, adı gibi savaş çıkaran oğluna tır çarpmıştı.



27 yaşında evli olan oğlu, bebeğini göremeden kara toprak almıştı elinden ve buna sebep olan kişi Devran Mirhan'dı. Mirhan Aşireti'nin torunlarındandı. Irak'a kaçak ticaret için giden ve dönüşte otomobil içinde olan Savaş'a çarpmıştı. Kaza sonucu aracı tırın altında kalan Savaş, oracıkta can vermiş ve ocağına ateş düşürmüştü.


Aşiretler aralarında konuşup bu işe bir yol bulmaya çalışıyorlardı. Bazı aşiretler 'kana kan' demişti ama Recep ağa buna itiraz etmişti. Avukat olarak Sidar Kaya'dan yardım almıştı ve adalet için Devran'ı hapse mahkum ettirecekti. Genç oğluna ölüm fermanı verilen kişiler ölüme hasret kalacağına kendine ant içmişti ve şimdi bu emrini avlu da olan aşiret ağalarına duyurmak için dudaklarını araladı;

"Ji bo xwînê xwînê naxwazim. Ez edaletê dixwazim û Devran bikeve girtîgehê!"

(Ben kana kan istemiyorum. Ben adalet istiyorum ve Devran hapse girecek!)


Ölen oğlunun kayınbabası hızla itiraz edip kalktı ayağa.


"Tu çi dibêjî Receb? Hûn çawa dixwazin ku ew sax bimîne!"

(Sen ne diyorsun Recep? Nasıl sağ kalmasını istersin!)


Burnundan kin soluyan Ağa'nın yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. Damadı için olmasa bile kendi kızının dul kalmasına gönlü dayanmıyordu ve hüküm verilen karar onun sinirini harlıyordu. Recep Ağa hızla başını kaldırıp keskin çekik gözlerini dikti karşısında olan dünürüne.


"Dema ez li hember vê êşa pişikê bêdeng dimînim, derdê te çi ye Kemal?"

(Ben bu ciğer acısına ses etmez iken, senin derdin nedir Kemal?)


Gözlerinin keskinliği gitmiş ve buğulu bir hale bürünmüştü Recep Ağa'nın. Verdiği hükmün acısı tazeyken, dile döktüğü onu daha çok perişan etmesine rağmen başka ocağa ateş düşmemesi için bile bir savaşı vardı. Merhameti evlat acısından bile üstündü. Kemal Ağa da pür dikkat kesilmiş Recep Ağa'nın iki günde çöken yüzüne baktı. O evlat acısına yanarken evladının evladını unutmuştu.

BİLİNMEYEN MÜHÜR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin