Tüm hekimler odaya toplandı;sonuçta şehzade Mustafa'nın evladı doğuyordu. Her ne kadar Hafsanur'a karşı içimde hiçbir duygu kalmamasına rağmen, gözlerimin önünde böyle bağırarak ölüm gibi bir acıyı çekmesi kalbimi burktu. Hafsanur ıkınıyor, bağırıyordu. Ben yatağının ucunun kenarında duruyordum ve izliyordum.
Bazen kalbim korkuyla atıyor, ve bazen de korkuğum için elim içgüdüsel olarak ağızıma gidiyordu. Hafsanur son bir kez daha ıkındı, bu onun son ıkınışı ve fiziksel acısı oldu. Bebek doğmuştu. Hafsanur ter içinde yatağında sanki baygınmışcasına soluklandı. Ben ise bebeğe bakmak için hekim kadına daha da yaklaştım; o sırada hekim kadın bebeği ters çevirmiş, ayaklarından tutuyor ve arkasına vuruyordu.
Bebek herhangi bir ses çıkartmadı. Dolu gözlerle bir Hafsanur'a bir de bebeğe bakıyordum. Hekim kadın her ne kadar çabalasa da bebek hiç bir yaşam belirtisi göstermedi. Hafsanur başını kaldırabilmeyi başardı, bebeğine baktı. O da bir şeylerin ters gittiğini anladı.
"B-bebeğim?!", dedi. Kalkmaya çalıştı- ama nafile, kalkamıyordu, sadece çaresiz bir anne bebeğinin yaşam belirtisi göstermesini bekliyordu. Ağızımdan bir hıçkırık kaçtı, elim ağızıma gitti, gözlerim doldu ve bir kaç damla göz yaşı yanağımdan süzülüp gitti.
"Yaşıyor mu? YAŞIYOR MU?!", Dedi bağırarak. Ne yazık ki hiçbirimizin elinden birşey gelmiyordu. Bebeğe bırakmayı bırakıp Hafsanur'a koştum. Öylece yatıp bebeğini izlemesine dayanamadım. Yatağa bindin ve onun kalkmasına yardım ettim, yavaşça kaldırdım ve oturttum. Ellerini uzattı, bebeğini almak istedi.
"Hatun, başın sağ olsun. Bebeğini kaybettin.", dedi kadın soğuk bir ses tonuyla. Söylemek ne kadar da kolaydı, ama yaşamak... Hafsanur'un çenesi titredi, ağlamaklı hıçkırıklar kaçtı boğazından. İnamıyor gibiydi.
"ÖLMEDİ, ÖLMEDİ BENİM BEBEĞİM!!", diye bağırdı. Tüm oda da yankılandı ses. Herkes bu acıyı daha önce yaşamamasına rağmen odadaki herkes yaşamış gibi kalbinde hissedip, acısına eşlik etti. Ben onun yanında oturduğum için elimden geldiğince sakinleştirmeye çalıştım. Hafsanur kendine vurmaya başladı, ağlayarak onun kollarını tutmaya çalıştım, ama ellerimi itti. O sırada daha da bağırarak ağlamaya başladı.
Hiçbir şey yapamadığım için yanında oturdum ve ister istemez bir annenin acı çekmesine ve bir bebeğin ölümüne ağladım. O sırada Hafsanur kalkmaya çalıştı, ama bitkin vücudu buna izin vermedi. Onu tutmaya çalıştım ama aniden kollarımda süzülüo bitkin bir şekilde yığıldı. Bayılmadı ama bayılmış gibiydi, hatta ölmüş.
Hekim kadın bebeği çoktan odadan çıkartmıştı bile, onunla beraber diğer hekimlerde çıktı, sadece bir kaçı kaldı- onlarda Hafsanur'u müdahele etmek için, ama o buna izin vermedi. Aniden içeri Mahidevran sultan girdi, herkes eğildi. Yüzüne bile bakmadım. Hafsanur başını omuzuma koydu ve daha fazla ağlamay başladı, tabii sadece bitkin vücudunun icin verdiği kadarıyla ağlayabildi.
Hıçkırıklarından pek bir şey duyamadım, bebeğiyle alaklı bir şeyler söylüyordu lakin en son bir şen duydum: "abla...", dedi kısık bir sesle.
Eskiden evde "abla, abla", diye gezinen eski kardeşimden, ve şimdi bu yeni daha önce hiç tanımadığım birisinden aynı kelimeyi duymak bambaşka ve tarif edilemez bir hissti.
"Kardeşim...", ağızımdan kaçtı, ama aldırış etmedim. Yüzüne gelen gözyaşından ıslanmış saçlarını geriye attım, yüzünde kalan gözyaşlarını da silmeye çalıştım, elini tuttum ve okşadım. O sırada Hafsanur bayıldı. Endişeyle ona baktım.
"Hekim kadın, bayıldı!", dedi Mahidevran sultan. Hemen onu kollarımdan serbest bıraktım ve dikkatle yatağa uzandırdım baygın bedenini. Kapı tekrar açıldı ve kapıya baktığımda şehzade Mustafa'yı gördüm. Onun yüzüne dahi bakmadım ama saygısızlık olmasın diye onlara doğru yaklaştım ve karşılarında eğildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Osmanlı'nın Aşkı
RomansYarı bulgar ve yarı türk olan Laletsiya, kız kardeşi Tatiana ile yaşarken, anzısın kaçırılıp saraya götürülmüştür. Orada tamamen yanlız kaldığı için hayatının bittiğini sanar. Ama aslında onu tekrar hayata döndürecek olan aşk olucak, ve aşktan doğac...