Sahiden Aşk Her Şeyi Affeder Mi

204 22 38
                                    

Spoiler vermemek için sonuna ekledim hikaye başı konuşmamı bu da böyle boş bir yazı amağğğ yorum atın okuyun le hikayemi (le hikaye yani Fransız hikayesi kldlrlr neyse saçmalama kotam dolmuş mesaj geldi)






Karşıda bir anlık bir duraklama bile olmadı sanki onu arayacağından haberdar gibiydi, “nasılsın?” dedi.

- İyiyim. Ne yapıyorsun ?

- Kendime yemek hazırlıyorum.


- İki kişiye yetecek kadar yemeğin var mı?

- Gel, seni doyuracak bir şeyler bulurum ben.


Üniversitede ilk karşılaştıkları günden bu yana Hande’nin her konudaki açlığını doyurmayı başarmıştı, hiçbir zaman bir tutku yaratacak şiddette olmayan ama her zaman bir açlığı lezzetle doyurmaya yetecek cinselliğini de sakin sesinin ve iki anlamlı cümlelerinin arasına koymaktan hoşlanır, Hande de onun bu konuşmalarıyla kışkırtmaktan ziyade eğlenmeyi amaçladığını bilirdi.

Oxford’un, Hande’ye hep bej rengi solmuş bir kumaşı hatırlatan sokaklarında, dar bahçeli, taş kemerli binalarında, uzun

Pencereli küçük sınıflarında, eğlenceli bahar partilerinin verildiği geniş yeşil çimenliklerinde, nehir kenarındaki öğrenci birahanelerinde sık sık karşılaşmışlardı, ilk başlarda ikisi de birbiriyle pek ilgilenmemiş, Türkçe konuşmaktan öteye bir ortaklıkları olmamıştı. Biri tarih, biri iktisat okuyordu, ne Hande’nin ilgi çekici bir yakışıklılığı ne Ece’nin çarpıcı bir güzelliği

Vardı, zamanla ikisinin de edebiyat ve felsefe toplantılarını kaçırmadığını fark etmişlerdi. Bir felsefe toplantısından sonra Hande, kendisine pek yakışan gençlik küstahlığıyla söz alıp,

“Kant felsefesinin, boşa harcanmış bir hayatın kötü etkileri uzun sürmüş talihsiz macerası” olduğunu anlatan bir konuşma yaptığı sırada gözü bu sakin kıza ilişmiş ve onun gözlerinde kendisini heyecanlandıran bir parlaklık görmüştü, göz göze geldiklerinde o gece sevişeceklerini ikisi de anlamıştı. Ece’nin istediği zaman böyle cinsel bir alan yaratıp, istediği insanı geçici bir süre için bile olsa cinsel bir sarhoşluğa sürükleme yeteneği bulunduğunu Hande daha sonraları çok şaşırarak

Fark etmişti. Neredeyse “cinsiyetsiz” gözüken, kadınlığını hiç ön plana çıkarmayan, bir kere bile dekolte bir elbise giymeyen
Kızın bu yoğun dalgalanmaları yaratacak cinsel enerjiyi beninin neresinde sakladığını hep merak etmişti.

Toplantıdan sonra birlikte çıkmışlar, sessiz sokaklarda yürümüşler, aralarında bu konuda tek kelime konuşulmamasına rağmen

Hande’nin odasına gidip sanki daha önceden anlaşmışlar gibi soyunup sevişmişlerdi. Unutulmayacak bir sevişme olmuştu. Yeşile boyalı, rahatsız tahta yatağın başucunda duran komodinin üstündeki Chesterfield paketinden bir sigara alıp yakan Hande, performansından memnun genç bir aygır gibi gerinip, Oxford öğrencileri arasında pek moda olan “iyi bir eğitime rağmen bu eğitimi aşacak bir terbiyesizliğe ulaşmak gerekir” anlayışına uyarak, ‘’bu galiba bir ödüldü,” demişti, “anladığım kadarıyla iyi bir konuşma yaptım.” Ece’nin sakin sesiyle söylediği tek kelime de onların arasında bitmeyecek bir ilişki başlatmıştı.

- Saçmalıyordun. Hande şaşırmıştı...

- Eee?


- Saçmalama cesaretin ilgi çekiciydi.

- Bence şimdi de sen saçmalıyorsun.


Ece bu saldın karşısında da sükünetini hiç bozmamıştı.

- Benimki de ilgi çekici bir cesaret.

Yıl sonuna kadar bir daha hiç ayrılmamışlardı, o yaz, Hande Ece’lerin Kandilli sırtlarındaki Boğaziçi’ne bakan muhteşem konağına gittiğinde, istediği zaman hiç fark edilmeyen, istediği zaman çok etkileyici olabilen bu genç kızın yüzlerce

Yıl geriye giden köklerini görmüştü. Aile, paşalarla, sadrazamlarla dolu bir geçmişe sahipti, geçtiğimiz yüzyılın başlarında

Meşrutiyet’in yeni zenginlerinden birinin aileye damat olarak girmesiyle servetleri akıl almaz ölçülere ulaşmıştı. Bu servetin şimdiki üç sahibi ise, anneanne, anne ve Ece’ dan oluşan üç kadındı. Anneanne ve anne Dame de Sion mezunlarıydı, özellikle anneanne Yaren Hanım’ın hala bazı kelimeleri eski İstanbul Türkçesiyle konuşması, “yanlışa,” Yanış” demesi Hande’nin çok hoşuna gitmişti. Ece’nin annesi Ayten Hanım ise hayatında  gördüğü en. Şık kadındı, bütün hayatında bir daha o kadar şık ve o kadar sade giyinebilen, onun kadar zevkli birini görmemişti. Üç kadının üçü de, ayakkabıları da dahil olmak üzere her giydiklerini özel olarak yaptırıyor, kendi deyimleriyle “sokaktan” bir şey almıyordu. Ona, tatlı bir meyille sahile kadar inen geniş bahçedeki büyük fıstık çamının altında, yasemin kokulan arasında, üstünde eski Grek motifleri olan gümüş bir kap içinde kremalı frambuaz ikram etmişlerdi. Ece her zamanki gibi çok

Sakin oturmuş, iki yaşlı kadın Hande’nin şakalarına gülüp, küstahlığıyla alay etmişlerdi ama alaylarında ipek bir mendille bir çocuğun yüzüne dokunur gibi insanın ağırına gitmeyen hoş bir hafiflik vardı. Nedense o günden en çok o gümüş kapla frambuaz, iki kadının kendisiyle eğlenmeleri ve Yaren Hanım’ın ham deriden özel yapılmış, Roma imparatoriçelerini hatırlatan sandaletleri aklında kalmıştı.

Bu üç kadın dünyayla alakası olmayan başka bir alemde yaşıyor gibiydiler ama Hande onların o büyük serveti çok akıllı

Bir şekilde kullandığını, o doğal otoriteleriyle bütün şirketlerin denetimini kimseye uygunsuz bir davranışta bulunma

Fırsatı vermeden ellerinde tuttuklarını daha sonra öğrenmişti.

Evden çıktıklarında, “ailene aşık oldum” demişti, “bundan sonra senden ayrılabilirim ama annenden asla.”

Yaşlı kadınlar da “ambasodör çocuğu” olan genç kadını beğenmişlerdi. Hande’nin züppeliğine uygun biçimde okulun son günü Ece'nin ailesinin nüfuzu sayesinde Oxford’ da arkadaşlarının ve hocalarının katıldığı küçük bir

“garden partiyle” evlenmişlerdi, daha büyük bir düğün isteyen iki “büyük hanım” ise “ambosödör kız çocuğunun” sanıldığından daha sert bir ceviz olduğunu, aklına koyduğunu yaptığını öğrenmişlerdi.

“Hayatımın en mutlu günü” dediği günün ertesi günü Hande“hayatının en kara gününü” yaşamış, oğullarıyla yeni gelinlerini görmek için Bolivya’dan Londra’ya hareket eden annesiyle babası And Dağlarına çarpan uçakta ölmüşlerdi. Bu kaza,

Hande’nin bütün hayatını da taze evliliğini de sarsmıştı, neşeyle başlaması beklenen evlilik kederle ve yasla başlamıştı. Bu kaza, onların ilişkisini bir bakıma daha başlarken bitirmiş, bir bakıma bir daha başlamamak üzere sağlamlaştırmıştı. O yaslı zamanları Ece’den başka hiçbir kadın böylesine usul ve dostça bir şefkatle yatıştıramaz, onun kederini öylesine incelikli bir özenle paylaşamaz, onu öylesine yumuşacık ve öylesine sağlam tutup yeniden hayata bağlayamazdı. O yazı köşkte geçirmişler, Yaren Hanım’la Ayten Hanım da gerçek bir anneanneyle gerçek bir anne gibi bu yeni

Kızlarını sahiplenmişler, onu biraz eğlendirebilmek için ellerinden geleni yapmışlar, çeşitli armağanlarla şımartmışlardı.

Balzac’ın otantik el yazılan, Schiller’in şiirlerinin orijinal ilk baskısı, Abdülhamid’ e ait sedef saplı altın makas hep o dönemin

Armağanlarıydı. Mısır pamuklusundan gömlekler, İtalyan keteninden pantolonlar, özel dokunmuş ince yünden ceketler, el yapımı mokasenler gardırobunu doldurmuştu.

Evliliğin ilk dönemindeki o yaslı günlerde Hande Ece’nin kadınlığına, dişiliğine, cinselliğine değil anneliğine, dostluğuna, yakınlığına ihtiyaç duymuş, Ece da ona istediğini vermişti ve ilişkilerini biçimlendiren de bu olmuştu.

Acısı hafiflemeye başlayıp yeniden hayatı keşfetmeye koyulduğunda artık bir daha Ece’yi onu cinselliğiyle ayartan

Bir kadın olarak görememişti, o Hande için asla vazgeçilemeyecek, zor zamanlarda sığınılacak ama aşk için, eğlence için, tutku için, çılgınlık için ihtiyaç duyulmayacak biri olacaktı. Onların ilişkisi, ya o kaza yüzünden ya da zaten öyle olması kaçınılmaz olduğundan, aşka dönüşebilecekken tökezlemiş ve yolundan saparak, şiddeti aşktan çok daha düşük ama sağlamlığı aşktan çok daha dayanıklı bir sevgiye ve dostluğa dönüşmüştü.

Hande’nin evden uzakta geçirdiği zamanlar ve söylediği yalanlar artınca nikahlarından iki yıl sonra Ece boşanmak için mahkemeye başvurmuştu. Boşandıkları gün mahkemeden birlikte çıkarken Ece her zamanki sakin haliyle, üzüntüsünü kendisine çok yakışan sadeliğiyle ortaya koyarak

“aslında bir hata yapağımı biliyorum,” demişti, “ama seninle hata yapmamak mümkün değil.” Birlikte bir lokantaya gitmişler, sahile yanaşan büyük yolcu gemilerine bakarak yemek yemişler, Hande kurtulmuştuk

Duygusunu sahte bir üzüntüyle saklamaya uğraşırken Ece acısını soylu gülümsemesiyle kapatmıştı.

- Boşanmaktan başka ne yapabilirdim, demişti Ece ... Sana mı benzeseydim, ben de seni mi aldatsaydım ... Benden her şey yapabilirsin ama ikinci bir Hande yapamazsın ... Ben o değilim ... Zaten sana rağmen olmadıysam hiçbir zaman da olmayacağım demektir.

O günden sonra Ece’nin aşkla, Hande’nin ise derin bir sevgiyle bağlı olduğu ilişkileri bir başkasının anlayamayacağı bir biçimde sürmüş, asla kopmamıştı. İkisi de kopmayacağını biliyorlardı. Ece Hande’ in her zor zamanda sığındığı bir liman olmayı, başka hiçbir kadının onun hayatında kendi yerini

Alamayacağını bilmenin gizli gururuyla kabullenmişti. Buluşurlar, konuşurlar, dertleşirler, bazen sevişirler, taraştırlar, sinemalara, konserlere giderlerdi, hiçbir zorunluluğu olmayan, hiçbir duygusal açıklama yapılmayan, hiçbir hesap sorulmayan,

Hafif ve sırf hafif olması nedeniyle de vazgeçilmez bir ilişkileri olmuştu. Hande, bu ilişkinin Ece için göründüğü kadar hafif olmadığını hiçbir zaman kavrayamadığından ilişkileri için

“Polonya gobleni gibi,” derdi, “eşi bulunmaz bir lüks.” Aşklarının ilk zamanlarında Zehra , Hande’nin Ece ile ilişkisini hiç anlayamamış, şiddetli kavgalarla sonuçlanan sert tartışmalar çıkarmış, defalarca “neden seni o kadınla

Paylaşmak zorundayım?” diye bağırmıştı. “Hem neyin o kadın senin, bir adı var mı varlığının, annen mi, karın mı, metresin mi, neyin o kadın?”

Hande, Ece’nin gizli acısını anlayamadığı gibi Zehra'nın açık üzüntüsünü de anlayamamış, “annem olsa çok zengin olurduk” diye gülmüştü. Zehra’yı ve ilişkilerini ilk yaralayanın

“o kadın” olduğunu hiç bilememişti, kendisi Zehra’yı böylesine aşkla severken onun başka bir kadını ciddiye alabileceğine, bunun için acı çekebileceğine inanmamış, sığınağından vazgeçmemişti.

O gece de, her zaman olduğu gibi o sığınağına gitmiş, Ece’nin Bebek’teki, büyük teyzelerinden birinin adını taşıyan koruluktaki yeni evinin üst katında, koydaki yelkenlilere, geniş kamaralı beyaz teknelere, ışıklar içinde akıp giden yolcu gemilerine bakarak, iyi pişmiş bonfile, limonlu yeşil salata ve kendisi gelmeden açılıp oda sıcaklığı kıvamına getirilmiş bir şişe Chateauneud Pape’dan oluşan yemeklerini yemişler, Hande, o seviyor diye her zaman evinde bu şaraptan birkaç şişe bulunduran Ece’nin dizine dokunarak, “tanrı aslında

Seni, bakın ben istesem ne harikalar yaratabilirdim ama uğraşmaya gerek görmediğim için sizi böyle yaptım, demek için bir mükemmellik örneği olarak yarattı herhalde,” demişti.

Ece omuzlarını silkerek gülümsemişti.

Konuşmuşlardı biraz, daha ziyade Hande anlatmıştı, okuldan bahsetmiş, Simge’yle dalga geçmiş, her zaman olduğu gibi Ece’yi güldürmüştü.

Sonra Ece’den yayılan o yoğun cinsellik dalgasını hissetmişti, biraz da aklının derinlerinde “Zehra’nın bir Kadınla koşuya çıkacağı” gerçeği bulunduğundan olsa gerek kendini bu dalganın etkisine rahatlıkla bırakmıştı.

Ece onu elinden tutup yatak odasına götürmüştü. Tutkuyla değil ama istekle, aralarındaki isimsiz ilişkinin benzersiz yakınlığıyla sevişmişlerdi.

Sevişme molalarından birinde, Hande yere kadar inen geniş pencereden, şehrin göğsünden sessizce akıp giden karanlık sulara bakarak, “Zehra  şimdi ne yapıyor acaba?” diye düşünmüştü


Ece'ye ağlama butonu

Hande'ye sövme butonu

Zehra'ya ağlama butonu





Ece Kim öğreniyoruz ama acaba Zehra sadece bu yüzden mi gitti devamında ne olacak Hande'nin daha Zehra gittikten iki gün sonra kendini Ece'nin kollarına atması neye sığar

Fragman: Hikayenin asıl üstüne döneceği dönüm noktası karakter gelecek bölüm gelecek hadiiiii bakimmmmmm
Devam edelimmmmm

Sevmek Yeter Mi? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin