Annelik

122 20 28
                                    

Uzun zamandır yoktum o yüzden sık sık atamaya çalışacağım bu bölüm biraz tutkal bölümü







Zehra’da garip bir hakkaniyet duygusu vardı ve bir zaman
sonra Melisa'ya haksızlık yaptığını, onu o terk edilmiş otele getirdikten sonra hiç ilgilenmediğini düşünüp, yerinden kalktı, elini yüzünü yıkadı.



- Bir şeyler yiyelim mi? dedi.


- Tabii... Ben şimdi gider bir şeyler getiririm.


Odadan çıkarken belindeki tabancasını tuvalet masasının üstüne bıraktı.
- Bu, burada dursun ... Kullanmasını biliyor musun?


- Hayır.

- Belki bir gün öğretirim sana ...

Melisa, ucunda tek bir ampul yanan loş koridorun gölgeleri arasında kaybolduktan sonra elinde plastik bir tepsiyle geri geldi. Tepside bayat bir köy ekmeği ile bir çanak buruşuk zeytin vardı.
Yatağın üstüne oturup onları yediler.


- İhtiyar çay da demliyor, birazdan getirecek, dedi Melisa. Onlar yemeklerini bitirirken ihtiyar, terliklerini sürükleyip, oflamaya benzer tuhaf hırıltılar çıkartarak bir demlikle iki bardak getirdi.


- İhtiyarlık zor, dedi çıkarken kendi kendine konuşur gibi.

Çaylarını içerken, "daha iyi misin?" dedi Melisa.


- İyiyim, iyiyim.


Çaylarını bitirdikten sonra seviştiler ama Zehra  çok isteksizdi, bir ara "Hande’ye benzedim" dedi, "ben de teselliyi sevişmede arıyorum artık." Seviştikten sonra uymaya hazırlanırken bir ara nereden aklına geldiyse "Zehra  ne demek" diye sordu Melisa.

- parlak ışık saçan demek.

- Eeee, dedi Melisa ... Niye sana bu ismi koymuşlar?


Zehra , bu hikayeyi Hande’ye anlattığını da hatırladı.
- annemin sancıları akşamüzeri tutmuş ama ben sabaha karşı doğmuşum ... Babam bütün gece beklemiş ... Ona çok uzun gelmiş o gece ... O yüzden adımı Zehra  koymuş ışık getiren parlak güneş gibi içini rahatlatan ... Sonra hafifçe gülümseyerek kendi kendine konuşur gibi ekledi.


- Ama bazen bu isim kaderimi belirlemiş diye düşünüyorum.... Bütün hayatım uzun bir gece gibi... Ve ölümüm parlaklığı getirecek doğumum gibi..

Uykuya geçerken kederle mırıldanarak ekledi.
- Hiç bitmeyen bir geceden sonra gelen parlaklık.


Karışık rüyalarla bölünen huzursuz bir uykudan sonra sabahleyin güneş doğmadan önce çıkıp yola koyuldular. Köye vardıklarında daha kimse uyanmamıştı. Zehra  hemen bir duş alıp giyindi. Çıktığında diğerleri de uyanmıştı.

Yemek salonunda Ayça’yı buldu.


- Elif nerede, dedi, onu epeydir görmedim.


- Bilmiyorum sabah evlerine gittim ama annesi bir şey söylemeden öyle yüzüme baktı, dediğimi anladı mı anlamadı mı bilmiyorum ama galiba Elif  uyuyordu:
Yakındaki küçük bir köye gitmek üzere yola çıktılar, Zehra  çok suskundu, diğerleri de ona uymuş gibiydiler, hiç konuşmadan, dağların arasından, küçük bir derenin üstündeki tahta köprüden geçtiler. Köprüden geçerken birden Ayça  "balık," diye bağırdı, diğerlerinin irkildiğini görünce hafifçe utanarak,


"suyun içinde bir balığın zıpladığını gördüm," dedi. Kabukları soyulmuş gibi gözüken tezek evlerden oluşan köyde bir tek ağaç bile yoktu, bir kayalığın dibine yaslanmıştı. Erkekler bıkkındı, kadınlar ise kuşkucu. Yaşı anlaşılamayan, tıraşı uzamış, kasketi kulaklarına kadar inmiş bir Kadın,
"oldu burada da bir şeyler," dedi, "hep olur, namus davasıdır, namusunu korumanın ayıbı yok."
Çamur rengi bir fakirliğin içinde kaybolmuşa benzeyen, bilinmeyen bir suçtan dolayı dünyadan sürgün edilmiş duygusu yaratan köyün ağır havasıyla çelişen gülümsemesiyle insanda
"acaba deli mi" kuşkusu yaratan yaşlı bir kadın, etraftakilerin ne diyeceğine hiç aldırmadan ağzını doldura doldura
Kürtçe anlatmaya başladı, o anlattıkça Ayça  çeviriyordu.

Sevmek Yeter Mi? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin