Hande'yle konuşmak, onun sesini duymak istiyordu.
Onu, içine kapandığı bu tuhaf alemden onun sesi çıkarabilirdi, bunu biliyordu ama Hande’ye Elif'in öldüğünü söylemek istemiyordu, Hande’ye bunu söylediğinde, kendi sesinin "Elif öldü" dediğini duyduğunda Elif gerçekten ölecekmiş gibi geliyordu ona, bunu Hande’ye söyleyene kadar bilinci bu ölümü kabul etmeyecekti, her şeyi biraz sonra uyanacağı bir kabus gibi yaşayacaktı. Sabaha kadar uyumadı. Düşündü.
Elif'in konuşmalarını hatırladı, onunla ilgili hayallerini, onun Hande’yle kendisini geleceğe taşıyacak bir köprü olduğunu, mor saçlı kadının duruşunu ...
Güneş doğarken gülümsemişti.
- Ne garip, burası benim köyüm oldu artık, burada bir parçam var ...
"Tekrar geleceğim" diye geçirdi aklından, "isterse Hande’yle birlikte geliriz. Kuzu, benim onu görmeye geldiğimi hep bilecek."
Hava aydınlanırken evden çıktı. Köyü geçip dağın yamacına vardığında mor saçlı kadın mezarın başında sanki oradan hiç ayrılmamış gibi duruyordu. Karşılıklı durdular. Birbirlerine baktılar. Kadının yüzünde hiçbir ifade yoktu ama acı yüzüne, tenine, çizgilerine öyle yerleşmişti ki o ifadesiz yüzde acının kendisini görebiliyordu Zehra.
Dağ zirvelerinde beliren pembelik yüzlerine yansıyana kadar hiç konuşmadan karşılıklı durdular. Sonra Zehra dönüp köye doğru yürümeye başladı.
Kadının da arkasından yürüdüğünü duyuyordu.
Elif’lerin evinin önüne geldiklerinde kadın yetişip onu kolundan tuttu, Zehra döndü, kadın ona baktı, hiçbir şey söylemeden eve gitti, elinde bir kartpostalla dönüp Zehra 'ya uzattı. Üstünde Kız Kulesi olan bir kartpostaldı. Kız Kulesi'nin gerisinde İstanbul'un silueti görülüyordu. Arkasını çevirdi. Yazmayı yeni yeni öğrenen Elif’ in o acemi el yazısıyla ve büyük harflerle "ZEHRA " yazılmıştı.
Çizgileri çarpılmış, hizaları şaşmış o harflere bakarken, Elif öldüğünden beri gerçeklikle arasına bilincinin çektiği duvar birden çöktü, o duvarın ardında birikmiş olan ve bir buzlu camdan seyrediyormuş gibi gördüğü ama tam olarak algılamadığı o korkunç gerçek birden dehşet verici bir acıyla çarptı ruhuna, Elif’i bir daha asla göremeyeceğini kavradı.
Ölümün gerçekliğiyle kendi varlığının gerçekliğinin çarpıştığını. varlığının parçalandığını, dağıldığını, bazı parçalarının
havada uçuşan sönmüş küller gibi içine bir daha asla dirilmeyecek ölü parçalar halinde yığıldığını hissetti. Gözleri büyüdü, ağzı bir çığlık atacakmış gibi açıldı ama ses çıkmadı.
Birden arkasını dönerek koşmaya başladı.
Kayalıklara varana kadar durmadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevmek Yeter Mi?
FanfictionSeni seviyorum beni seviyorsun peki bu biz olmaya yetecek mi Hande?