İlk Yalan

145 21 16
                                    



Gecenin içinde sanki oralarda çok uzun zamandır karanlıkta araba kullanıyormuş gibi güvenle ve hızla gidiyordu.

Işıktan bir yelpazeyle önlerini aydınlatan farlar kara, kalın bir .duvar gibi önlerine dikilen geceyi delerek kayalara, dağlara, toz yığınlarına, rengini kaybetmiş ağaçlara, uçuruma değip,
bir anlığına gösterdikten sonra onları yeniden gecenin karanlığına teslim ediyordu. Melisa pencereyi açmış, dışarıdaki keskin soğuğa aldırmadan bir kolunu pencereye dayamıştı, hiç konuşmadan arabayı sürüyordu. Farların arabanın içine yansıyan ışıklarında daha sert gözüken yüz hatlarında hiçbir ifade yoktu.

Zehra, bir iyilik ister gibi yumuşak bir sesle,
- Pencereyi kapatır mısın lütfen, dedi, üşüdüm.

Melisa başını bile çevirmeden gözünün kenarıyla ona hoşnutsuz bir şekilde baktıktan sonra pencereyi kapattı.


Zehra anayola çıktıklarını sarsıntının azalmasından anladı, sabahleyin gittikleri yönün aksi istikametinde süratle gidiyorlardı. Üstünde "Mehmet'in Yeri-Et Lokantası-Mangal" yazan,
tek katlı, beyaz kireç boyalı, sırıklarla tutturulmuş bir çardağı olan lokantanın önünde durdular, yolla lokanta arasındaki çakıl dökülmüş alanda birkaç kamyon park etmişti. Çarpılmış gibi gözüken pencerelerinden sönük bir ışığın çakılların üstüne düştüğü yol lokantası, bu salaş görüntüsüyle Zehra 'ya hiç de güven vermedi.


Melisa, sanki onun ne düşündüğünü anlamış gibi, "sen görüntüsüne aldanma," dedi, "eti çok güzeldir, göreceksin."

Zehra , bir düşünceyi daha aklından geçirirken Melisa’nın bunu sezip cevap vermesine çok şaşırmıştı, onun sezgilerinin böylesine güçlü olabileceğini hiç tahmin etmemişti. Bunun aslında bir sezgiden çok, kadınları hayatlarının merkezine yerleştirmiş insanların çoğunda rastlanıldığı gibi biriktirilmiş
tecrübeler sonucunda edinilmiş bir tür "refleks" olduğunu, çok tekrarlanan durumlarda kadınların neler düşündüklerini artık onun hafızasının zekasından önce kavrayıp cevapladığını daha sonra garip bir öfkeyle fark edecekti.


İçerisi sigara, kızarmış et ve anason kokuyordu, siyah beyaz ucuz taş karoların üstüne tahta masalar aralarında geniş boşluklarla rastgele yerleştirilmişti, bir Pazar yerinden alındığı anlaşılan çiğ renklerle parlak bir kağıda basılmış büyük bir şelale resmi çerçeveletilip duvara asılmıştı, bunu lokantayı açtığında sahibinin ilk hevesle alıp orayı güzelleştirmek için duvara astığı, sonra da bu çabasından vazgeçip boş verdiği
anlaşılıyordu.

Kapıda çok fazla kamyon yoktu ama içerisi doluydu, bıyıklı, gömleklerinin kollarını sıvamış erkekler oturuyordu masalarda. Girer girmez içerde onalrdan başka tek bir kadın olmadığını fark eden Zehra  bir an tedirgin bir şekilde durakladı ama Melisa güvenle lokantanın arka kısmına,
içinde yoğrulmuş köftelerin, şişlere geçirilmiş kuşbaşı etlerin, pirzolaların, kıyılmış maydonozların, tepeleme konmuş yarım limonların durduğu vitrinli buzdolabının yanındaki formika masada oturan iki Kadına doğru yürümüştü. Kalın kaşları, kalın bıyıkları, sıvanmış kollarındaki kıllarıyla Zehra'ya
büyük, siyah bir kıl yumağı gibi görünen erkek kalabalığı gelenlere bakmak için hep birlikte başlarını kaldırmışlardı. Gözleri önce Zehra 'ya takılmıştı ama Melisa’yı fark edince neredeyse telaşla başlarını önlerine çevirmişlerdi.


Buzdolabının yanındaki Kadınlar Melisa’yı görünce ayağa
fırlamışlardı, kısa bir selamlaşmadan sonra eski komedi filmlerini andıran hızlandırılmış hareketlerle bir pencerenin yanındaki masa müşterileriyle birlikte kenara çekilmiş, oraya
arka taraflardan yeni bir masa başların üstünde taşınarak getirilmiş, konmuş, örtüsü örtülmüş, yeni gelenler buyur edilmişti.

Bütün bunlar iki dakikadan fazla sürmemişti.

Sevmek Yeter Mi? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin