Adım Melisa

290 20 12
                                    

Maç izlerken yazdım bir yandan. 3 günlük bölümünüzü ilk günden attım dilerim kendimden bu hikayeyi bitiririm ki kendisi bir uyarlamadır. Size üç bölüm attım lütfen beni mutlu edin nasıl yapacağınızı bildiğinize eminim sizi seviyorum bebeklerim....






Kalkıp pencereyi açtı, yükselmekte olan güneşin ilk ışıklarıyla belirginleşen kayalıkların uzun siyah gölgeleriyle çizgilenmiş fosforlu bir pembelikle parlayan tepelerden esen serin rüzgar onu ürpertti. Dağların çıplaklığına karşın rüzgar kekik ve taze ot kokusu taşıyordu. Ebrar ona daha sonra ot kokusu için, "ovanın kokusu o, buralara kadar gelir sabahleyin," diyecekti. Korkunç bir gece geçirmiş, hemen hemen hiç uyumamıştı, yorgunluktan baygınlığı andıran bir uykuya geçtiğinde de kabuslarla uyanmıştı, ölen, parçalanan birilerini görmüştü sürekli. Uykusuzluğuna, yorgunluğuna, kendisini her seferinde korkuyla sıçratan kabuslarına karşın dün geceki yalnızlığıyla kederinin altında, ya serin rüzgardan, ya da ilk geceyi atlatmış olmasının yarattığı, bir kazadan canlı kurtulmuş birinin ilk sevincini andıran güvenden dolayı garip bir canlılık ve dirilik vardı. Önceki akşam evden telaşla çıktıktan sonra hemen karakolun arkasındaki kayalıklara gitmişti, orada simsiyah bir rüzgarın içinde bir kayanın dibine sokularak. saçları dağılmış, yanakları ayazdan kızarmış, gözleri içine dolan rüzgarla ve yalnızlıkla yaşarmış bir vaziyette, kendisi burada, ıssız ve karanlık bir köyde çaresizken Hande’nin neler yapabileceğini kıskançlıkla hayal ederek telefonun tuşlarına ince parmaklarıyla telaşla basmış, sonunda o anda en çok duymak istediği sesi duymuştu. Hande’nin sesini duyduğunda hissettiklerini, o sesten nasıl etkilendiğini ondan başka kimse anlayamazdı, o sesi daha ilk duyduğu anda hücresinin kapısında celladını gören bir idam mahkumu gibi içi acıyla, korkuyla hatta neredeyse nefretle kasılıyor, bir dizi fiziksel tepki veriyordu, ciğerlerine yeterince hava gitmiyor, midesi büzüşüp demir bir top gibi karnına gömülüyor, nefes borusu daralıyor, sesi kısılıp çatallaşıyor, bacakları gücünü kaybediyor, gözleri kararıyor, başı dönüyor, kalbinin atışları hızlanıyor, öleceğini sanıyordu. Mümkün olsa bu sesi bir daha asla duymak istemezdi ama hayatın bütün sıkınalarına, dertlerine, acılarına hatta bizzat Hande tarafından yaratılmış keder ve öfke sarsıntılarına karşı bu sesten başka sığınabileceği, bu sesten daha fazla kendisini güvenle saran başka bir ses, başka bir insan yoktu ve olmayacağını da biliyordu. Hande’yle konuşmak, kızdırılmış bir demirle gırtlağının delinmesi ve bu delikten içine onu kurtaracak bir iksirin akması gibiydi, yaşayabilmek için o iksire ihtiyacı vardı ve bunu ancak vücudunu parçalayarak içine akıyorlardı.
Hande’yle konuşmak gerçekten de onu biraz olsun rahatlatmış, bir boşlukta kaybolmuşluk duygusundan kurtarmıştı, kısa bir konuşmadan sonra, "ben şimdi gidip hem yemek yiyip hem de ekiple tanışmak zorundayım ama yemekten sonra seni gene arayacağım," demişti.
Sonra da sesinin meraktan ve kıskançlıktan çatlamasına engel olamadan sanki sıradan bir soru soruyormuş gibi, "evde olacak mısın?" demişti.
- Tabii, evdeyim ...
Bu, Zehra'yı en çok sevindiren cümleydi.
- Şimdi gitmem lazım, seni arayacağım.
Kayalıkların arasından çıkmıştı , ovanın üstünde karanlık katı bir cisim gibi duruyordu, dağlar koyu şekiller halinde gecenin ortasında yükseliyorlardı, karakolun arka yanındaki tek pencereden sarı bir ışık görülüyordu, bir iki köy evinin penceresinde her an sönecekmiş hissi veren titrek aydınlık belli belirsiz fark ediliyordu, yeni yapılmış barakaların geniş dörtgen pencerelerinden parlak beyaz florasan ışıklan tren kompartımanları gibi
yan yana toprağın üstüne düşüyor, alüminyum ofis binaları yaldızlı kağıtlar gibi parlıyordu.
Kendisinin hem hastalandıran hem iyileştiren Hande’nin sesine yapışıp kalmak, o sesten hiç ayrılmamak istediği halde barakalara doğru yürümeye başlamıştı.
Daha doğuştan kendisine bağışlanmış bütün olumlu ayrıcalıkları, güzelliği, zekası, çalışkanlığı, soğukkanlılığı, kendisine en yabancı konuları bile süratle kavrama yetisi, hiçbir unvan, makam, servet karşısında sarsılmayan güveniyle insanları etkileme gücü onun ruhunun derinliklerinde ancak
Olimpos tanrıçalarında rastlanabilecek bir kendini beğenmişliğe dönüyor, bunu saklamasını sağlayacak bir zekası olmasına rağmen kendine duyduğu hayranlık gizlendiği yerde çocukluğundan beri her gün biraz daha büyüyerek bütün ruhunu sarıyor ve onun en büyük zaafını oluşturuyordu.
Kendine hayran her insan gibi yaralanmaya çok açıktı, başkalarının ona yalan söyleyerek onu aptal durumuna düşürmelerinden delice korkar, insnaların kendisinden başka bir kadını beğenme ihtimalinden bile çılgına döner, sevdiğinin her hareketinden, her sözünden kuşkular yaratır, kıskançlıklarıyla inanılmaz azaplar çekerdi. Başkalarında dayanılmaz suçlar gibi gördüğü davranışları kendine hak görür, bunlara daima kendini haklı çıkaracak nedenler bulur, zaman zaman yaptıklarından dolayı kendisini ciddi bir biçimde hırpalasa da daha sonra kendisini de haklılığına inandırırdı. En tehlikeli yanı, gerçekten iyi kalpli olması, insanların dertlerinden etkilenmesi, başkalarının acıları karşısında duygulanmasıydı, bu iyiliğe sahip olduğu, başkaları için kimseye göstermeden üzüldüğü için diğer insanları kıracak, üzecek her davranışını, bencilliğin "ama ben iyi bir insanım" diye kendine mazur gösterip, kendini affetmesiydi. Başkalarını yaptıkları için suçladığı her davranışı kendisi de aynen yapabilir ve suçladığı insan gibi davrandığının farkına bile varmayabilirdi.
Sahip olduklarının sağladığı o sert kabuğun içinde kendine hayranlığın getirdiği hastalıklı bir kırılganlık barınırdı, o kırılgan yerine dokunulduğunda deliliği andıran biçimde öfkelenir, cinnet krizine benzer krizler geçirir, kendisini üzeni cezalandırmak, canını yakmak için kendi varlığını, geleceğini bile tehlikeye atacak kadar kendinden geçer hatta inanılması zor ama ölmeyi ve öldürmeyi bile aklından geçirirdi. Bu hastalıklı yapıyı kurtaran ise onun kıskançlık duygusu kadar güçlü olan sorumluluk duygusuydu, yaptığı iş ne olursa olsun bunu büyük bir ciddiyet ve sorumlulukla yapar, işini mutlaka bitirir ve herkesten daha iyi yapmak için bütün gücünü ortaya koyardı.
Bütün gece o kayalıkların arasında Hande’yle konuşmak istediği halde o sorumluluk duygusu nedeniyle yemeğe yetişip ekibin diğer elemanlarıyla tanışması gerektiğini düşünerek konuşmayı kısa kesmişti.
Barakalara girdiğinde karşılaştığı sıcaklıkla birlikte gevşeyen gövdesi kayaların arasında kendini nasıl sıktığını fark etmemişti ona. Yeni açılmış kağıt paketi, mürekkep, kurşunkalem, naylon mobilya ambalajı ve kahve kokuyordu, kenarda üst üste konmuş karton kutular duruyordu, duvara yeşil çuhadan bir pano asılmış, üstüne görevlilerin isimleri ve görev bölgeleri yazılmıştı , barakanın duvarları bembeyazdı, bütün bunlar ona Amerika'daki üniversitenin ilk günlerini hatırlıyordu. Terk edilmiş karanlık köyün içinde başka bir ülkeye gelmiş gibiydi  bu ülkeyi tanıyordu, kendini güvende hissetmişti. Karşıdaki açık kapıdan içerde masasının başında oturan bir kadın görünüyordu, Zehra  kapının kenarına dayanıp usulca pervaza vurunca kadın başını kaldırıp sorar gibi bakmış
- Ben Zehra  Güneş ...
Kadın başını önüne eğip kağıtları karışırmıştı, onun adını aradığı anlaşılıyordu.
- Ha, evet... Hoş geldiniz.
Zehra  farkına varmadan kadının ayağa kalkmasını beklemişti ama kadın kalkmamıştı, bir an sıkıntılı bir sessizlik olmuştu. Kadın konuşmaya niyetli gözükmüyordu, bu davranış insanların kendisine her zaman ilgi göstermesine alışkın olan Zehra’yı huzursuz etmişti. Böyle huzursuz olduğunda utanırdı, utangaçlığını saklayan soğuk bir sesle:
- Ebrar akşam yemeğini ekiple birlikte burada yiyeceğimizi söylemişti, demişti.
- Koridordan dümdüz yürüyün, en sondaki oda yemekhane. Herkes orada.
Zehra  "teşekkür ederim" diye mırıldanarak gitmeye hazırlanırken kadın yerinden kalkmıştı.
-Bugün helikopterde korktunuz.
Zehra  güçsüzlüğünü, korkaklığını, dayanıksızlığını vurgulayan insanların alaycı tavırlarından çocukluğundan beri hoşlanmaz, kendisiyle alay ettiklerini düşündüğü anda karşı  saldırıya geçerdi ama helikopterde gerçekten korkmuş olduğu için ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Korktuğu anı hatırlıyordu. Birkaç gümüşi kavak ağacıyla bir iki toprak evden oluşan bir mezranın üstünden keskin bir dönüş yapan helikopterin hızla bir tepeye doğru gittiğini gören Zehra  birden irkilerek içgüdüsel bir hareketle biraz ötesinde oturan iki yolcuya bakmıştı, loş kabinde yüzünü zorlukla seçtiği bir adam bir kadın vardı. Kadın inanılmaz derecede güzel dudakları ve tuhaf bir biçimde ürkütücü gülümsemesiyle, "teröristler rahat nişan alamasın diye yamacı alçaktan uçarak tırmanacak" demişti. Zehra , kadının bunu hatırlatmasını beğenmediğini gösteren bir biçimde yüzünü buruşturmuştu.
-Öyle mi?
Bu yüz ifadesinin herkesi  kendine getirdiğini, onları gerilettiğini biliyordu ama kadın aldırmamıştı bile, gülümseyerek, "öyle" demişti.
Zehra  ancak gülümsemesini görünce onun helikopterdeki
Kadın olduğunu fark etmişti. Kadın elini uzatmıştı.
-Ben bu ekibin idare amiri ve güvenlik sorumlusuyum.
Adım Melisa ...

Sevmek Yeter Mi? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin