Öfke kızgın, kızıl bir duman gibi yayılmıştı içine, sonra yavaşça soğuyarak küçülmeye başladı, sonunda yerini kaskatı, dokunduğu yeri donduran bir düşmanlığa ve yabancılığa bıraktı,
o yabancılık yıllardır içinde taşıdığı sevgiyi sarıp onu bir
buzulun içine hapsetti. O anda, Hande’ye karşı ne sevgi, ne dostluk, ne de şefkat taşıyordu, o sadece canını yakan bencil bir düşmandı artık.
Hafızasının karanlıklarını, ruhunun karmaşık labirentlerini
bazen sevgi, bazen şefkat, bazen özlem, bazen öfke, bazen kıskançlık, bazen keder biçiminde ama daima alevli sular gibi yakıcı bir duyguyla dolduran aşk belki de ilk kez bu kadar soğuk ve durgun bir hale geliyor, Hande’yle ilgili hiçbir duygu o anda onun içini yakmıyor, sadece içini donduruyordu. O soğumuş duygular içinde belki de yakıcılığını hala koruyan tek duygu,
Hande’ye bencilliğinin ve "kötülüğünün" (Zehra Hande’nin ona kötülükler yaptığına inanıyordu artık) bedelini ödetmek isteyen intikam duygusuydu. Bunu, Hande’nin canını acıtmak için.
geçtikleri dağ yamaçlarından fırlamaya çalışır gibi duran sivri kayalar, diplerindeki kızıl killi topraklarla kana batmış kurt
dişlerine benziyordu, oyulmuş gözleri andıran karanlık mağaralarıyla dağlar saldırmaya hazırlanan yabani hayvan sürüleri gibi sarıyordu arabayı.Ağaçlarda bile düşmanca bir şeyler seziyordu Zehra, ağır ağır yaklaşan bir istila ordusunun sinsi casusları gibi tek başlarına duruyorlar, rüzgarla bile kımıldamıyorlardı. Köye yaklaştıklarında uzaktan kara, kalın bir duman gördüler, birden köpekler çıktı, hırlayarak kendilerini arabaya
doğru fırlatıyorlar, tekerlekleri ısırmaya çalışıyorlardı, bir kayalığın arkasında ilk geldikleri etmedikleri silahlı nöbetçileri gördüler.
Evlerin arasındaki yamru yumru yollardan sarsılarak, köy meydanına sapacakları sırada Melisa’nın sesini duydular telsizden.
Cilveköy ekibi, köye girmeyin... Tekrarlıyorum, Cilveköy ekibi köye ggirmeyi... Derhal dönün... Derhal dönün...
Telsizin sesi aniden sustuğunda onlar meydana girmişlerdi.
Futbol sahasının çevresi kalabalıktı, bir ağacın dibinde jandarma arabası duruyordu, meydanda da jandarmalar vardı.
Zehra , ne yapacağını kestiremeden Eda’ya baktı.
- Devam et, dedi Eda sinirli bir sesle.
Futbol sahasının kenarında nedenini anlayamadıkları büyük bir ateş yanıyor, ateşten yükselen kalın dumanların bütün köye yaydığı yanık odun kokusu ölüm kokusunu andırıyordu.
Gümüş yapraklı kavak ağaçları yaslı bir hışırtıyla titreşiyorlardı tek sıra dizildikleri meydanın kenarında. Kavakların altında telaşsız horozlarla tavuklar kızıl tüylerini parlatarak toplanmışlardı.
Sahanın tam ortasında üstüne beyaz bir çarşaf örtülmüş
bir ölü yatıyor, hafif bir rüzgar arada sırada çarşafı bir yelken gibi şişiriyordu. Aralarında jandarmaların da olduğu kalabalık kuşkulu,
düşmanca gözlerle Zehra’ların arabasına bakıyordu. Bir ağacın dibinde, Elif’ten biraz daha büyük bir erkek çocuğu, kelepçeli ellerini dizlerinin arasına sarkıtmış bir hal. de çömelmiş, olanların kendisiyle bir ilgisi yokmuş gibi başını önüne eğmişti.
Zehra arabayı kalabalığın yanında durdurdu.
Yüzünde pençe gibi yarası olan ağa, yanında bir jandarma subayıyla birlikte kalabalığın içinden çıktı.
- Hoş gelmişsiniz, dedi, sizi beklemiyorduk... Haber verseydiniz hazırlık yapardık. Gelişlerinden hiç memnun olmadığı sesindeki kızgınlıktan anlaşılıyordu.
- Ne oldu?, dedi Ayça.
- Kız yalnız başına köyün dışına çıkmış, teröristlerden bir grup da kızı sıkıştırıp ırzına geçmiş... Küçük kardeşi kızı vurmuş bu sabah.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevmek Yeter Mi?
FanfictionSeni seviyorum beni seviyorsun peki bu biz olmaya yetecek mi Hande?