Bölüm 39

58 2 0
                                    

Sabahın erken saatlerinde, saat yedi civarında, Kerem’in odasında uyandım. Sessizce yataktan kalkıp salona yürüdüm. Salona adım attığımda, Kerem’in koltukta hala uyuduğunu gördüm. Üzerine ince bir battaniye çekmişti ve huzurlu bir şekilde uyuyordu. Bir süre yüzünü izledim. Yorgun görünüyordu ama huzurluydu.

Sessizce Kerem’in yanından ayrıldım ve mutfağa doğru yürüdüm. Dolabı açıp içeride ne bulabileceğimi görmek için göz attım. Kahvaltı hazırlamayı pek bilmediğimden, bulabildiğim malzemelerle idare etmeye karar verdim. Ekmek, peynir, zeytin ve birkaç birşey daha buldum. Bunları tezgahın üzerine çıkarıp masaya yerleştirdim.

Mutfağın tezgahında duran domatesleri fark ettim ve onları da kahvaltıya dahil etmeye karar verdim. Bir bıçak alıp domatesleri kesmeye başladım.

Tam o sırada, bir ses duydum ve kafamı kaldırdığımda Kerem’in kapıda bana baktığını gördüm. Gözlerinde şaşkınlık ve hafif bir tebessüm vardı. Onu öyle görünce içimde bir heyecan dalgası yükseldi. Elim titredi ve bıçak elime kaydı.

“Ah!” diye bir çığlık attım ve elimi tutarak geri çekildim. Kan akmaya başlamıştı. Kerem hemen yanıma koştu, yüzünde derin bir korku ve endişe vardı.

“Elif, ne yaptın?” dedi, sesi panik doluydu. “İyi misin? Bırak bakayım.”

“Sanırım elimi kestim,” dedim, acıyla yüzümü buruşturarak.

Kerem hızlıca dolaptan bir ilk yardım çantası çıkardı ve beni sandalyeye oturttu. Elleri titriyordu, ama bir yandan da beni sakinleştirmeye çalışıyordu. “Biraz bekle, hemen hallederiz,” dedi, sesi titreyen bir kararlılıkla.

İlk yardım çantasından bandaj ve antiseptik çıkardı. Ellimi nazikçe temizledi, her hareketi dikkatli ve özenliydi. “Elif, neden bu kadar dikkatsizsin?” diye sordu, ama sesinde kızgınlıktan çok endişe vardı.

Ben de sessizce onun bu becerikli ve nazik hareketlerini izledim. Gözlerimde yaşlar birikmişti, ama acıdan çok Kerem’in bana olan ilgisi ve özeni beni duygulandırmıştı.

“Tamam, oldu,” dedi, bandajı son bir kez kontrol ederek. “Biraz dikkatli ol, tamam mı?”

“Teşekkür ederim, Kerem,” dedim, gözlerimle onun gözlerine bakarak. “Gerçekten.”

Kerem gülümsedi ama gözlerinde hala endişe vardı. Ellerimi tuttu ve sıkıca kavradı. “Elif, senin için her şeyi yaparım. Yeter ki kendine dikkat et, olur mu?”

Başımı salladım ve Kerem’in sıcak gülümsemesiyle rahatladım. Kerem elimi sardıktan sonra, gözlerindeki endişe yerini bir nebze olsun rahatlamaya bırakmıştı.

“Bir daha domates kesmeye çalışmadan önce bana haber ver, olur mu? Yoksa mutfak kazalarından kahramanlık madalyası almaya başlayacağım,” dedi, gülerek.

Gülmekten kendimi alamadım. “Tamam, söz. Kahraman Kerem’in domates kurtarma operasyonları listesine bir yenisini eklemeyeceğim.”

Kerem, bıçağı eline alıp domatesleri kesmeye başladı. Onu izlerken, her hareketindeki ustalığı ve dikkati fark ettim. Kesme işini bitirdikten sonra domatesleri masaya koydu ve birlikte kahvaltı sofrasına oturduk.

Kahvaltıya başlamıştık ama Kerem’in düşünceli ve dalgın olduğunu fark ettim. Yemeğine pek dokunmuyor, sadece önündeki tabağa boş boş bakıyordu.

“Kerem, anneni düşünüyorsun, değil mi?” diye sordum, sesimdeki endişeyi gizlemeye çalışarak.

Kerem, başını yavaşça kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. “Evet, Elif,” dedi, sesi kısık ama içtenlikle doluydu. “Annemin hastanede olması beni çok üzüyor. Onu öyle görmek... zor.”

“Elbette zor,” dedim, elimi nazikçe onun elinin üzerine koyarak. “Ama burada onun için en iyisini yapıyorsun. Yanında olduğunu bilmek onu da rahatlatıyordur.”

Kerem, gözlerindeki endişeyi saklamaya çalışarak derin bir nefes aldı. “Umarım öyledir. Bazen keşke daha fazlasını yapabilsem diyorum. Ama elimden gelenin bu olduğunu biliyorum.”

“Kerem, sen elinden gelenin en iyisini yapıyorsun,” dedim, sesimdeki kararlılığı hissetmesini umarak. “Hem annen için, hem de kendin için güçlü olmalısın. O, senin yanında olduğunu biliyor ve bu ona güç veriyor.”

Kerem, elimi sıkıca kavradı ve hafifçe gülümsedi. “Teşekkür ederim, Elif. Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum. Seninle konuşmak her şeyi daha katlanılır kılıyor.”

“Ben her zaman buradayım, Kerem,” dedim, gözlerimle ona cesaret vermeye çalışarak. “Her zaman yanında olacağım.”

Kerem, bu sözlerimden sonra biraz daha rahatladı gibi göründü. Kahvaltıya devam ettik. Kahvaltıyı bitirip Kerem’le birlikte sofrayı topladıktan sonra, hızlıca hazırlandık. Kerem’in gözlerinde hala endişe ve yorgunluk izleri vardı ama güçlü görünmeye çalışıyordu.

Hazırlandıktan sonra evden çıkıp arabaya bindik. Kerem sürücü koltuğuna oturdu, ben de yanına geçtim. Motoru çalıştırdı ve yola çıktık. Arabada sessizlik hakimdi, sadece radyodan gelen hafif müzik sesi vardı. Bir süre sonra radyoda Yıldızlardan Düştük grubunun "Anıda Kalanlar" şarkısı çalmaya başladı. Şarkının sözleri içimi ısıttı, ama aynı zamanda hüzünlendirdi.

Kerem direksiyonu tutarken gözlerini yoldan ayırmıyordu. "Bu şarkıyı seviyorum," dedi sessizce.

"Gerçekten güzel bir şarkı," dedim, hafifçe gülümseyerek.

Bir süre sessizlikte yol aldık. Şarkının melodisi, Kerem’in annesinin durumunu düşünmemi engelleyemedi. Onunla ilgili endişelerim ve Kerem’e destek olma isteğim iç içe geçti.

Hastaneye yaklaştığımızda, Kerem’in gerginliği arttı. Onunla konuşarak onu rahatlatmaya çalıştım. "Her şey iyi olacak, Kerem. Senin yanında olduğumu biliyorsun."

"Elif, senin burada olman buraya kadar bana eşlik etmen çok önemli," dedi,  "Teşekkür ederim."

Hastanenin önüne geldiğimizde arabayı park ettik ve birlikte içeriye girdik. Hastanenin soğuk ve steril atmosferi beni biraz rahatsız etti ama Kerem’in yanında olma düşüncesi bu rahatsızlığı unutturdu. Danışmaya gidip Kerem’in annesinin odasını sorduk, ardından asansöre binip yukarı çıktık.

Odaya yaklaştıkça Kerem’in adımları yavaşladı. Annesinin odasının önüne geldik. Pencereden içeriye baktığımızda, Kerem’in annesinin yatakta yattığını, hemşirenin de serumları değiştirdiğini gördüm. O an içimde bir sızı hissettim. Kerem’in annesi ne kadar zayıflamıştı...

Kerem, hemşirenin dışarı çıkmasını bekledi. Hemşire odadan çıkınca "Odaya girebilir miyiz?" diye sordu.

Hemşire bize dönüp nazikçe gülümsedi. "Maalesef, şu an sadece bir kişiyi alabiliyoruz," dedi. Kerem’in yüzündeki hayal kırıklığını gördüm. Hemşire devam etti, "Ancak, Makbule Hanım sürekli Elif adında birini sayıklıyordu. Elif buradaysa, o içeri girebilir."

Hemşirenin sözleriyle afalladım. "Elif" ismini duyduğumda, sanki zaman bir an durdu. Neden beni sayıklıyordu? Kerem’e baktım, o da şaşkındı.

Kerem hemen bana döndü, "Elif, sanırım içeri girmelisin," dedi, gözlerinde endişe ve umutla karışık bir bakış vardı.

"Elbette, tabii," dedim, hala ne olup bittiğini anlamaya çalışarak.

Gerçek AilemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin