Zeynep'ten
"Bırak beni! Ne istiyorsun benden ya bırak!" kolumdan tutmuş çekiştiren adama içimdeki öfkeyi kusmak istiyordum ama ondan da ağır gelen duygu, korkuydu.
Halama gitmek için çıktığım yolda, La edri denilen tarikattan bir bende tarafından yakalanmış ve şu an beni sürükleyen, Cüneyd'in babası Vahit'e getirilmiştim.
Bir süre beni yine o odada hapsettikten sonra, kapıyı açmış ve sürüklercesine beni önce odadan, daha sonra da dergahtan çıkarmıştı. Durumu gören birkaç fani müdahale etmek istese de, bu adamın bendeleri hemen sindirmişlerdi her birini. Onlar da tedirgin ve üzgün bakışlar atmaktan öteye geçememişlerdi, yakarışlarım karşısında.
Hâlâ kolumdan tutmuş sürüklerken, geçtiğimiz tanıdık yollar ağlamamı durdurmuş, şaşkınlık ve korkunun tüm uzuvlarımda canlanmasını sağlamıştı.
Surlara gidiyorduk.
Gözlerim arkamda benim gibi sürüklenen, dün sabah birlikte sınava girdiklerimden olan iki kıza kaydığında, karın boşluğuma yumruk yemişim gibi bir his peydah oldu. Eğer kolumu tutan zalim müsaade etseydi; yol ortasında olmamı umursamadan yere çöküp, dizlerimi karnıma bastırmak isterdim bu his geçsin diye.
Aklımda onlarca ihtimal, o ihtimallerle doğan yüzlerce son vardı. Hangisi benimdi?
Surlara geldiğimizde korkuyla yüzüne baktım.
"Ne yapacaksın bize?" aklımdan geçen ve korktuğum ihtimali dile getirmek bile istemiyordum fakat bu yolun sonu çokta şaşırtacak bir şeymiş gibi durmuyordu.
Ölecektik. Burada. Surlarda.
"İrfan'ın dediğine göre çok akıllı bir kızmışsın sen Zeynep; sen söyle, ne yapacağım size?" alay dolu sesinden ziyade kurduğu cümle tüylerimi ürpertmişti.
Tanıdığım tek bir İrfan vardı; o da Suavi dedenin arkadaşı olan ve benim Fransa'ya kaçmama yardım eden adamdı. Zihnimde çalkalanan anılarla, midemin bulandığını hissettim. Bir bir yerlerine oturan taşlar sayesinde, şaşkınlığım artık korkumdan ağır basar vaziyetteydi.
Benim Fransa'ya gitmemi bu adam engellemişti, dahası İrfan denen adam bunların adamıydı. Beni zorla Cüneyd'in hayatında tutmaya, onu bana bağlamaya çalışmış ve başarılı olmuşlardı. Ve bütün bunlar bugün içindi.
Cüneyd'den alacağı intikam için.
"Gözlerinden anladığım kadarıyla çoktan idrak ettin meseleyi." benim gözlerimde ne gördü bilmiyordum ama ben onun gözlerinde zafer sarhoşluğundan başka bir şey görmüyordum.
Haklıydı, kazanmıştı. Haksızdı, savaşın varlığından haberdar olan yalnızca kendisiydi. Biz elimizde tahta kılıçlarla oyun oynarken, o her birimizi kurşuna dizmişti.
"Sonun elimden olsun istemiyorsan, bırak onları!" Cüneyd'in sesiyle içimdeki korku büyümüştü. Rahatlamam gerekirdi ama hayır! Bu adam zaten bunu istiyordu. Cüneyd'in buraya gelmesi ve her ne yaşanacaksa en önden izlemesiydi onun istediği.
Yalvaran gözlerle Cüneyd'e baktım. Gitsin istedim. Kalırsa olmazdı. Annesinden sonra, bir de bunları kaldıramazdı.
Anladı beni, anlamazdan geldi. Bana değen bakışlarına yerleştirmeye çalıştığı güven tenimi ürpertiyordu. Korktuğumu anlıyor, kendim için korktuğumu sanıyordu.
Haklıydı... Evli kaldığımız süre boyunca ben hep kendim için korkmuştum. Sanki Cüneyd hep iyiydi, hep oradaydı gibi davranmıştım. Ben ne kadar gidersem gideyim, o benden gitmez sanmıştım. Yanıldığımı ise iki gece önce, Feyza ile nişanlandığını gördüğümde anlamıştım.
İnsan ait hissetmediği yerden giderdi. Ait olmak isterdi. Cüneyd benim onu kendi içimde sahiplendiğimi bilemezdi. Çünkü onun aksine ben hiç göstermemiştim.
Korkuma, pişmanlığım da eklenince gözümden bir damla yaş aktı. Gözleri akıp giden yaşın yüzümde bıraktığı izde dolaştı.
Bakma demek istedim. Bu dünya da benim yüzümden yeterince yandın, hiç değilse ahiretini yakma demek istedim. Lakin dilim tek bir kelimeyi zikredebildi.
"Git!" fısıltı şeklindeki sesimden ötürü, yüzüme bakmıyor olsaydı söylediğimi anlayamazdı. Kaşları yavaşça çatılmaya başladığında, tekrar etmekle yetindim.
"Git!"
"Ooo, aslanım hoş geldin. Biz de seni bekliyorduk." deyip arkamızda kalan, kızları tutan bendelere bir kafa işareti yaptı.
Bendeler hızla tuttukları kızları surların ucuna getirdiğinde, kızlar çığlık çığlığa ağlamaya, yalvarmaya başlamışlardı.
"Atla! Yoksa kızları atarım aşağıya." duyduklarımla tüm algılarım kapanmış gibi hissediyordum.
"Ne?" dudaklarım bu kelimeyi fısıldarken, kolumu tutan elini geri çekmişti. Ruhumu yedi kat yerin altındaki zindanlara hapsederken, bedenimi özgür bırakmıştı.
"Duydun işte, atla! Yoksa kızları atarım aşağıya." anlamakta gerçekten güçlük çekiyordum. Madem ölmemi istiyordu, neden kızlarla tehdit ediyordu ki, kendisi de pekâla atabilirdi beni.
"Neden?" soru dudaklarımdan döküldüğü andan zihnimde yeni ışıklar yanmaya başlamıştı bile.
"Seni ben atmayacağım. Ben diyeceğim, sen atlayacaksın. Sonra bakalım..." deyip sinsi parıltılarla dolu bakışlarını benden Cüneyd'e çevirdi. Benim, onun yüzüne bakmaya cesaretim yoktu.
"...senin de mezarını kazıp, hesap soracak mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Balık
FanfictionKızıl Goncalar 2. sezondan itibaren, özellikle cünzey içerikli yazılacaktır.