13: İkimize De Yazık Olur

851 82 80
                                    

Bölüm Şarkısı : Mabel Matiz - Aşkım Gülüm (yazar yalvarıyor bununla okuyun lütfen)

"Zeynep Hanım!" seslenişiyle hareketlerim duraksasa da yüzümü ona dönmemiştim.

Neden gelmişti ki ardımdan? Bıraksaydı da gitseydim, her ne söyleyecekse başka bir vakitte söyleseydi olmaz mıydı?!

Derin bir nefes alıp, yüzümü olabildiğince tepkisiz tutmaya çalışarak arkamı döndüm. Gözlerim yerdeydi.

"Buyurun Mürşid Hazretleri." kendinde değilken onunla rahatça konuşabilmiştim ama, artık kendindeydi. Üslubuma ehemmiyet vermeliydim.

Bana doğru bir adım daha attı ve aramızdaki mesafeyi kısalttı. Bense, geriye doğru bir adım atarak kapattığı mesafeyi yeniden açtım.

"Ne söyleyecekseniz, oradan söyleyin. Çok şükür kulaklarım iyi işitiyor." soğuk sesim beni bile şaşırtırken, yüzüne bakmasam da onun da benden pek farklı olmadığını düşünüyordum.

"Niye gitmek istiyorsun?" sorusu karşısında gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum.

"Neden kalayım?"

"Çünkü burada hep bir arada daha güvende oluruz. Gitmeni münasip bulmuyorum Zeynep." gözlerim yine dolmak üzereydi. Burnumda o tanıdık sızı... Şimdi değil,şimdi olmamalı! O artık karşısında gardımı düşürebileceğim, yaralarımı açabileceğim biri değildi.

"Siz, hep bir aradasınız Mürşid Hazretleri. Benim parçalarımın her biri, başka bir tarafa dağıldı." annem,babam,belki de halam... Hiçbirinden doğru düzgün haberim bile yoktu. Tam anlamıyla kimsesizdim, haliyle yerim de kimsesizler yurduydu.

İçimi sızlatan düşünce, gözlerimi doldurunca, başımı iyice yere eğdim. Görmesini istemiyordum.

"Biz, siz mi oldu şimdi Zeynep Hanım?" yüzümü görmek için çabalıyor, ha bire başını eğiyordu.

"Ben olmaktan bile vazgeçmeme ramak kaldı Mürşid Hazretleri, başka hesapların peşinde koşacak takatim yok artık." gerçekten yoktu. Hayatım öylesine allak bullak bir hale gelmişti ki, kendime bir çıkar yol bulamıyordum.

Memlekete dedemlerin yanına gitmeyi bile düşünmüştüm. Ama sonrasında onların beni artık 'dul' bir kadın olarak göreceklerini ve, bekar bir genç kıza dahi teklif göndermede imtina etmeyen o yaşlı adamların, sürekli çaldığı bir kapı, en nihayetinde de karısı olacaktım. Çünkü babam bu konularda nasıl biriyse, dedem bin katıydı. Bunu göze alamazdım.

Derdimi açacağım kimsem yoktu Rabbim'den başka. 'Yalnızlık Allah'a mahsus' derdi annem, öyleydi de gerçekten. Hele ki böylesine müşkül bir durumdayken, insan yanında derdiyle dertlenecek birini istiyordu. Kısa bir süre önceye kadar bunlara sahiptim ama, şimdi her biri ellerimden uçup gitmişti.

Verdiklerine bilmeden şükürsüzlük mü ettim ki, nimetlerini benden esirger oldun Allah'ım?!

"Ne demek o Zeynep?" sesindeki endişeyi anlayabiliyordum. Az önce surlardan kendini atmaya çalışan birinden duyulmak istenmeyecek sözlerdi. Derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama gözümü kapattığım an ilk gözyaşı damlası firar etmişti bile.

"Mürşid Hazretleri diyecekleriniz bittiyse, ben müsaadenizi isterim." konuyu bir an önce bitirmek ve gitmek istiyordum. İçten içe Levend amcanın gelmesini beklesem de, sanırım Cüneyd onu haberdar etmiş ve beklemesini sağlamıştı.

"Müsaade etmezsem?"

"O lafın gelişiydi, zira siz o müsaadeyi talak hakkını bana verdiğiniz an, vermiştiniz zaten." sadece bıraksa olmaz mıydı? Burada durdukça içimde beni durdurmasını istiyor ve istemsizce bize dair umutlar yeşertiyordum.

"Peki... Bu kez başka bir şey için çalsam kapını?" deyip az önce açtığım bir adımlık mesafeyi, tekrar kapattı. Ben de karşılık olarak tekrar geriye gittiğimde, sırtım kapıya çarpmış ve adımlarım durmak zorunda kalmıştı. O ise durmadan üzerime doğru geliyordu.

"Mürşid Hazretleri, münasip değil böyle!" dayanamayarak başımı kaldırmış ve yüzüne bakmıştım. Zaten bana bakan gözleri, saatlerce suyun başında bekleyen bir avcının balık ağa takıldığı an oltayı çekip alması gibi yakalamıştı beni. Bu öyle bir yakalayıştı ki, yanlış olduğunu bile bile çekemiyordum gözlerimi, resmen hapsolmuştum.

Bakışım bana olan adımlarını durdurmuştu.

Onun gözleri ışıldamaya başlarken, benim gözlerimin yeniden dolduğunu hissettim. Madem görmek istiyordu gözlerimi, o halde ben de izin verirdim. Baksın ve görsün, ben de bıraktığı yıkımı...

Dolu dolu olan gözlerim, duran adımını tekrar bana yöneltmesini sağlamıştı.

"Zeynep..." elimi kaldırarak durdurdum onu. Konuşmak istemiyordum. Konuşursam, kelimlerimden çok hıçkırıklarımı duyacağını biliyordum. O yüzden başımı iki yana sallamakla yetindim.

"Ağlıyorsun?" kadifemsi ses tonuna rağmen yine başımı sallamakla yetindim. Burnumdan derin bir nefes alıp, en azından ağlamadan konuşabilmeyi diledim.

"Artık gözyaşlarımı silmeye muktedir değilsin." usulca gözlerini kapattı bu sözümle.

"Yeni yolar açmak, yeni köprüler kurmak istiyorum sana." dudaklarım burukça kıvrıldı.

"Ben, sana güvenip o yolda yürür, o köprüden geçerim." dediğimde gözlerinde parlayan umudu görmek, dolu olan gözümün akmasına neden oldu. "Ama sen, ben daha yolun yarısındayken, yaptığın her şeyi bir bir yıkarsın." yine derin bir nefes aldım.

"Şimdi söyleyin bana Mürşid Hazretleri, ben hem yolumdan olmuşum, hem de enkazda kalmışım. Ağlamak bana helal değil mi?" deyip tekrar arkamı döndüm ve bir şey söylemesine izin vermeden yeniden kapının kolunu tuttum.

"Zeynep!" seslenişiyle hışımla ona döndüm.

"Ne istiyorsun Cüneyd?" üzüntüm, kırgınlığım, çaresizliğim yerini öfkeye bırakıyordu. Yanlış bir şey yapmamak veya söylememek adına sakinleşmeye çalıştım. Ben öfkesiyle hareket eden biri değildim, ama ben de değişiyordum. Bu şehir, bu insanlar yudum yudum içiyordu sanki benliğimi. Bende kalan ne varsa alıp götürüyorlardı.

"Kalmanı."

"Niye?"

"Sen yanımda kalmazsan, aklım sende kalır çünkü." gözyaşım usulca tenimden süzülürken sinirile gülümsedim.

"Kim olarak?"

"İlla bir sıfat mı gerek?"

"Öyle!"

"O halde, suyu arayan iki balıktan biri say beni." gözlerimi kapatıp yutkundum.

"Seni bilmem ama, benim içinde bulunduğum su çok bulanık. Bırak yanımdakini, önümü bile göremez haldeyim. O yüzden bırak bildiğim yolda gideyim."

"O zaman, ikimize de yazık olur." şu an tek isteğim yere çöküp ağlamaktı.

"Cüneyd ne istiyorsun?" bir girdaba kapılmış, ha bire daireler çiziyor, çizdikçe de dibe batıyorduk sanki.

"Yanımda kalmanı."

"Kim olarak?"

"Kim olmamı istiyorsan." sırtımı yasladığım kapıdan kayarak yere çöktüm.

"Çok yoruldum." o da karşımdaki duvara yaslanıp, yere çöktü.

"Bende soluklan." dizlerimi kendime çekip, başımı da dizlerime yasladım.

"Olmaz ki artık. Sen bana yasak, ben sana uzak..." boğuk çıkan sesimi duyduğunu biliyordum.

"Olurunu sen de biliyorsun." başımı kadırdım.

"Ne demek bu?"

"Yeniden evlenelim demek."

***
Biliyorum beklettim, bunun için çok üzgünüm ama azıcık ilham ve de zaman gerekiyordu. Hallettik inşallah 😍


İki BalıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin