29: Büyümemiş Çocuklar

679 55 57
                                    

Bölüm Şarkısı : Yüksel Baltacı - Haram

Günler geçiyor, zaman ilerliyordu. Bütün bu geçen süreçler boyunca gördüğüm tek yüz Cüneyd'inkiydi. Şikayetçi değildim, lakin evden dışarıya adım atamamak da çok bunaltmıştı beni.

Yaşadığım sıkıntının farkında olan Cüneyd, gece kısa süreliğine de olsa bahçeye çıkarıyordu beni ama, yetmiyordu. Güneşi görmek, sokakları talan etmek istiyordum ve nihayet bu isteğim bugün gerçekleşecekti.

Vahid'in aranan adamları da yakalanmış ve ben özgürlüğüme kavuşmuştum.

"Hazır mısın, Zeynep?" aşağıdan seslenen Cüneyd ile şalımın önünü düzeltip indim aşağıya. Cübbesini giyinmiş kapının önünde beni bekliyordu.

"Hazırım." deyip heyecanla askılıkta duran feracemi giyindim. Bir yanım deli gibi heyecanlıyken, diğer yanım korkuyordu. Heyecanlıydım çünkü, annemle görüşecektim. Onu en son sınava girdiğimiz gün görmüştüm. Korktuğum konu ise... Evliliğimdi. Annemin bu hususta vereceği tepkiyi az çok biliyor ve bundan çekiniyordum.

Çekindiğim şey ise bana kızmasından ziyade bu evliliği bitirmem için bana baskı yapma ihtimaliydi. Ki bu ihtimal oldukça yüksekti.

Her şeye rağmen onu anlıyor, ve ona karşı asi olmaktan korkuyordum. Beni koruma çabasının farkındaydım ama annemin farkında olmadığı şey, benim yanımdaki adamın Cüneyd olmasıydı.

Kapıyı açıp geçmem için yol verdi. Haftalar sonra güneş ışığını hissedebilecek olmam, kalp atışlarımı hızlandırdı.

Eşikten geçip dışarıya doğru ilk adımlarımı attım. Tamamen dışarıya çıktığımda gözlerimi kapatıp, rüzgarı hissetmeyi bekledim.

Arkamdan kapanan kapının sesini duysam da hareket etmedim. Adım sesleri tam arkamda durdu. Konuşmadı. Konuşmadım.

Bir süre daha öyle durup, gözlerimi açtım daha sonra. Başımı omzumdan Cüneyd'e çevirdiğimde tuhaf bakışlarıyla karşılaştım.

"Ne oldu?" diye soruverdim.

"Hakkını bana helal et." yine aynı konuydu. Babası yüzünden katlandığım bu esaretten kendini suçluyordu. Bahçeye çıktığımız gecelerde de aynı konuşmalar geçiyordu aramızda. Yine de alamıyordum onun içindeki suçluluğu.

"Cüneyd, konuştuk bunu." dedim yalvarır gibi. "Allah bizi babalarımızın günahlarından mesul tutmuş mu ki, sen kendini suçluyorsun?" dedim kızar gibi. Yüzümü tamamen ona dönmüştüm.

"Uğradığın zulümde seni koruyamamış olmak zoruma gidiyor." başı yerdeki çimenler üzerinde geziniyordu.

"Ya mazlum ya da zalim olunan şu dünyada, payımıza mazlumluk düşürene şükürler olsun. Zalim olup, heybemizi ah ile doldurmaktansa, mazlum olup gönlümüzü Hak ile doyurmak nasip olmuş. Sen de olanın şerrine değil, gölgesinin hayrına bak ki yüreğin ferahlasın. " elimi yğzğne çıkarıp çenesinde gezdirdim. Sakalları parmak uçlarımı gıdıklıyordu. Seviyordum bu hissi. O da sevdiğimi biliyordu. Elim ne zaman yüzüne uzansa, bir tebessüm konuyordu dudaklarına. Yine olmuştu. Onun tebessümünğn yansıması bana sirayet ederken, usulca okşadım çenesini.

"O zulme uğramasıydım, bugün, burada, böyle olamazdık belki de." çenesindeki elimi tutup yine dudaklarına götürdü ve kokulu bir öpücük bıraktı. Elini elimden çekmeden aşağıya indirirken gözlerinde tanıdık parıltılar misafir olmuştu.

"Allah seni benim başımdan, yanımdan, yolumdan, solumdan eksik etmesin Zeynep." deyip alnımı öptü. Alınlarımız birbirine değerken, soluğu soluğum oldu. Kapalı gözlerimin dolduğunu hissediyordum.

"Allah, varlığını varlığımdan eksik etmesin Cüneyd."

***

Tekkeye gelmiş, annemle görüşmüştüm. Görür görmez ikimizinde gözlerine akın eden yaşlar, özlemimizin dile dökülemeyen kelimeleriydi sanki. Sımsıkı sarılmış, hıçkırarak ağlamıştım. Annem de benden farksız değildi. Halam da buradaydı. Onunla da hasret gidermiş, birbirimizden habersiz olan hayatlarımızı her birimiz anlatmıştık.

Tuhaf olan ise evliliğimi zaten biliyor oluşlarıydı.

Annemin bu konudaki sakin tavrı tuhafıma gitmiş ve sorma gereği duymuştum.

"Kızmadın mı?" diyebilmiştim sadece. Neye dediğimi anladı.

"Kızmadım. Bu kez değil." sesinin sakinliği beni tedirgin ediyordu.

"Niye?" kızmasın diye sormak istemiyor, ama altında yatan nedeni de deli gibi merak ediyordum.

"Bunca badire arlattın, yanında ondan başka kim vardı? Ne ben, ne baban, ne halan... Hiçbirimiz onun koruduğu gibi koruyamadık seni, dahası senin onun yanında olduğunu bilirken içimiz rahat uyuduk biz. Bu dünyada sana, benden daha yakın biri var artık." demiş ve içime su serpmişti. Kızmaması beni çok mutlu etmişti. Çünkü kızsaydı çnğmde iki seçenek belirecekti; ya Cüneyd ile ayrılacaktım ya da anneme asi olacaktım.
İkisini de hiç yapmak istemiyordum ve çok şükür ki gerek kalmamıştı.

Ben annemden ayrılıp Bahadır eşliğinde eve gelirken, Cüneyd dergahta kalmıltı bir süre daha. Akşam geleceğini söylemişti sadece.

Eve gelince yemek yapmış, şimdi de koltukta oturmuş, Cüneyd'in kitaplığından aldığım bir kitabı okuyordum. Aklıma annemin uyarıları gelip durduğundan odaklanamıyordum okuduğuma.

"Cüneyd efendiyi gördüm, birileriyle tokalaşıyordu. Anladığım kadarıyla, derdinden kurtulmuş. Kara kuzum gözünü seveyim dikkatli ol. Yaşın daha çok küçük, bir anlık bir hata yapıp da bu yaşta anne olma." dediğinde tüm kanımın çekildiğini hissetim.

"Anne sen merak etme, ben istemediğim sürece Cüneyd bana dokunmaz." biraz kendimi toparladığımda sadece bunu söyleyebildim. Annemse gülümsedi bu sözüme.

"Ben, sen istemeden dokunur demedim. Sen istediğinde dikkatli ol dedim."

Cüneyd'i seviyordum, ona dokunmayı da, onun tarafından dokunulmayı da seviyordum. Ama ya kendimi kaptırıp ileriye gidersem... Ya anne olursam. Ben kendimi büyütemedim daha, bir bebeği nasıl büyütürüm.

Bizim dokunuşlarımız, sarılmaktan, birkaç küçğk öpücükten ve beraber uyumaktan öteye giderse ne olacaktı?

"Zeynep!" kaşımdan gelen Cüneyd'in sesiyle hafifçe irkildim. Ne zaman gelmişti? Önümde diz çökmüş yüzümü inceliyordu.

"Efendim?"diyebildim sadece. Henüz üstümdeki ağırlığı atabilmiş değildim.

"Ne oldu sana? Rengin de beyazlamış, bir şey mi oldu?" diye sordu telaşla. İçimdeki dalgalı denizler sesiyle sakinleşirken, ne yapacağımı bilemedim.

"Korkuyorum." ablamayan bakışları yüzümde gezindi.

"Neyden?"

"Anne olmaktan." diye çıkardım ağzımdaki baklayı. Kaşları anlamak istercesine çatıldığında bir süre kalakaldığını fark ettim. Normalde böyle bir husus, belki beni utandırabilirdi ama, korkum o kadar fazlaydı ki utanca yer kalmıyordu.

"O nereden çıktı?" diye sorsa da bakışlarından nereden çıktığını anladığı okunuyordu. Elimdeki, okuyup hiçbir şey anlamadığım elimden aldı ve kapatıp sehpaya bıraktı.

Elimden tutup, kendisiyle beraber beni ayağa kaldırıp ellerimi tuttu.

"Bahadır ile Sirkeci 'de dolaşırken, bir dükkandan çalan bir türküyü duydum. Bilirsin normalde dinlemem öyle şeyler." doğruydu dinlemezdi, ama niye şimdi bunu anlatıyordu ki?

"Karadeniz türküsüydü sanırım, sözleri dikkatimi çekti."

"Ne diyordu sözleri?" anlamsam da ayak uydurdum ona. Elleri yanaklarıma çıkıp, yine alnını alnıma yasladı. Gözlerini kapatınca ben de eşlik ettim.

"Altın değilim altın,
Yirmi dört ayar mıyım?
Ufaksın benim gülüm,
Ben sana kıyar mıyım?"

****
Herkese merhaba, gelecek bölüm finaldeyiz.

Sonda bahsettiğim türküyü medyaya koydum. Tavsiyem onunla okumanızdır.

Son bölümde ve Kurt Goncası'nda görüşmek üzere, hoşçakalın💜

İki BalıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin